Search for content, post, videos

Güzel Ahlak

Ahlâk melekesi, insanın dünyaya gelişi ile beraber kendi fıtratında taşıdığı bir olgudur. Doğumuyla başlayıp, bütün yaşamı boyunca süren ve ölümü ile son bulan bu olgu, kişi için bir özelliktir. Kişide bulunan bu ahlâki özellikler yaratılışı ile başlar.

Kelime itibarı ile de “Ahlâk”kelimesi “hulk” kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın ruhundaki yaratılış itibarı ile kendinde taşıdığı “huy” denilen özel bir hal demektir. Kişinin kendisinde bulunan ahlâki sıfatları, kendisi büyüyüp geliştiği gibi ahlâki yapısı da ya iyi bir şekilde artarak (güzel ahlâk) ya da kötü bir şekilde kuvvetlenerek (çirkin ahlâk) olarak gelişip büyümektedir. Kişinin gelişip büyüyebilmesi için hava, su ve gıda ne kadar önemli ise, ahlâki yapısı da o derecede önemlidir.

İnsanlık tarihinde “ahlâk” her zaman için en ön planda bulunmuştur. Kişi, mevki ve makamı ne olursa olsun öncelikle ahlâkı ile isimlendirilerek hatırlanmış ve hatta sahip olduğu ahlâkı münasebeti ile lakap takılır olmuştur.

Buna birkaç örnek verecek olursak; sadece malının hesabı ile uğraşana “cimri”, kusur ve hatalarını gizleyerek insanlara güzel görünmeye çalışana “riyakâr”, insanların arasını bozma ya çalışana “fesat”, hiç gülmeyen, kaba ve sert duran insanlara da “asık surat” denildiği gibi, güzel ahlâk sahibi insanlar da yine öncelikle sahip oldukları ahlâki sıfatları ile bilinirler ve değerlendirirler.

Fakirdir ama gönlü zengindir ve göstermiş olduğu güzel ahlâk örneği ile “kanaatkâr”, Bir anne gibi sımsıcak bir şefkate sahip olan için ise “müşfik”, yoksulları koruyup gözeten için ise “fakirlerin babası” denilir. Bu konu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den bir kaç örnek verecek olursak; kedileri çok sevdiği ve koruduğu için “Ebu Hureyre”; (kediciklerin babası), cihadı çok seven sahabe içinde “seyfullah”; (Allah’ın kılıcı) diye buyurarak kişinin sahip olduğu ahlâkı ön plana çıkarmaktadır.

Buraya kadar izahına çalıştığımız konuyu kısaca özetleyecek olursak diyebiliriz ki; insanın sahip olduğu ahlâk vasfı, insanı insan yapan en büyük vasıftır.

Nitekim hangi Müslüman daha değerlidir? Diye soran sahabeye Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı vermiştir: “ İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup amelleri de güzel olandır.” (Tirmizi)

Yine başka bir hadisi şerifte “Sizin imanca en güzeliniz ahlâk bakımından en güzel olanınızdır.” diye buyrulmuştur.

İnsanın hayatına ait olan hayat sayfalarını tertemiz ahlâki sıfatlarla doldurabilmesi ve her harekette dikkatli olması gerekir. Önemle üzerinde duracağımız ahlâki sıfatlardan biride âlicenaplıktır.

 

ÂLİCENAPLIK

 

“Âlicenap” mana itibariyle; yüksek karakterli, haysiyetli, küçüklüğe eğilimi olmayan, cömert, faziletli, fedakâr ve iyiliksever demektir. Bu haslete sahip olan insan; karşılıksız iyiliklerde bulunur, kendinden önce kardeşlerini düşünür, hep bu duygu ve düşüncelerle hareket eder. Her ne kadar insanî değerlerin hiçe sayılarak yaşandığı dünyamızda, bu yüksek ahlâkî olgu, saflık olarak algılansa da, insanlık âleminin muhtaç olduğu güzel ahlâklardan biridir.

Bu güzel ahlâka sahip olmayan, bunun zıddı bir insan modeli düşünelim. Hep kendini düşünen, kendi için rahat bir yatak ve güzel yemekler arayan ve beraberinde bulunanları umursamayıp bencillik yapan bir insan… Böyle bir insan modelini bizler bile sevemeyiz ve benimseyemeyiz. Hatta aynı ortamda bulunmaktan bile kaçınırız.

Şu anda yaşadığımız bu çağda, menfaat ve çıkar duyguları en ön planda tutulmakta ve insanların nazarında bu çirkin duygular yüksek bir meziyet gibi görülmektedir. Böyle insanlardan oluşan bir toplum ölü hükmündedir. Çıkar ve menfaatleri olmaksızın hiçbir şekilde hizmet yapmazlar. Kendi küçük çıkar ve menfaatleri yüzünden büyük yığınları feda ederler. Oysaki insanlık ve gerçek iyilik; karşılıksız, hiçbir menfaat gözetmeksizin yapılandır. Bu yüksek ahlâkın en güzel örneği, bütün güzel ahlâk melekelerini kendinde toplayan ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz ( s.a.v.)’ dır. Nitekim buna sayısız örnekler vermek mümkündür.

Habbab bin Eret, Mekke’den hicret etmiş, ilk Müslümanlardan azatlı bir köledir. Yani toplumun en alt yapısından kabul edilen insanlardandır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından Medine’ye, uzun sürecek bir göreve gönderilir. Tekrar evine dönünceye kadar, onun yokluğunu hissettirmemek için, evdeki bütün işleri, Efendimiz (s.a.v.) yapar. Hatta evdeki hanımlar bilmediği için sığır ve keçileri bile Efendimiz (s.a.v.) sağar. Hem de hiçbir karşılık beklemeden…

Peygamber Efendimizin o yüksek ahlâkı ve terbiyesi altında yetişen ashâb-ı kiram da bu üstün vasfın, âlicenaplığın, karşılıksız iyilik yapmanın birçok örneklerini görmekteyiz.

Hz. Ali (r.a.)’nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib’ in oğlu Abdullah, (r.a.) sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah (r.a.) burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli olan bir köpek geldi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi, köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek çok aç olmanın münasebeti ile bunu da bir kerede yedi, köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi.

Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, (r.a.) yaklaşıp sordu: “Ey köle bu günkü yiyeceğin ne kadardı?”köle sıkılarak cevap verdi: “işte bu üç parça ekmek”

“O halde neden kendine hiç ayırmadın?” “Baktım ki hayvan çok aç, onu o halde bırakmak istemedim.” “Peki, sen ne yiyeceksin?” “Oruç tutacağım?” Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer (r.a.), köleden sahibinin, evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan hurmalığı, içindeki köleyle birlikte satın aldı.

Daha sonra dönerek, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi: “Seni azat ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum.” Cömertliğiyle meşhur olan Abdullah b. Cafer’e, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğun da, bu olayı anlatır ve “Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş;sense ona koskoca hurmalığı ve hürriyetini vermişsin” dediklerinde, şu karşılığı verirdi. “Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını…” demiştir. Karşılıksız, sadece Allah’ın rızası beklenerek yapılan hizmetler, toplumun inşası için gerekli unsurlardır. Bunun en güzel örneği, asırlardır yolumuza ışık tutan “ Asr-ı Saadet Devri” dir.

Müminlerin bu fedakârane davranışları Kur’ân-ı Kerim’de de şöyle anlatılmaktadır:

“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve tutsağa yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz ‘den korkuyoruz.” (İnsan Suresi 76 / 8-10 )

İnsanlığın en çok yardıma muhtaç olduğu bu devirde, Allah-u Te’âlâ cümlemize karşılıksız iyiliklerde bulunabilmeyi nasip etsin.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *