Search for content, post, videos

Zülfayâre Dokunmadan Hilâfet ve İngiliz Oyunu

 

“Hilâfet”  ve “halife” kelimeleri Arapça’da  خلف:h-l-f” kökünden gelmektedir. Çoğulu “halâ’if veya hulefâ” olan Halife kelimesi sözlüklerde; “Başkasının yerine geçen, onu temsil eden, hükümdar ve imam olan kimse” mânalarına gelir. Şemseddin Sami’nin Kamûs-ı Türkî‘ adlı lügatinin 585. sayfasında halife, “Hatemü’l-Enbiyâ Efendimize vekâleten umûm ehl-i İslama imamet ve âmiriyet ve şerîat-ı İslâmiye’yi himaye etmek vazîfe-i mukaddesesi” olarak tanımlanmıştır. Hilâfet ise; vekillik, halifelik, sultanlık, imamlık, emirlik demek olup, halife kelimesinin masdarıdır. Istılahta ise hilâfet;  “İslâm dininin korunması ve dünyanın İslâmî hükümlerle idare edilmesi için şeriat sahibi olan son peygamber Hz. Muhammed’e niyabet ve vekâlet etmek” demektir. Ancak bunu namazda cemaate imamlık yapmak mânasındaki imametten ayırt etmek için, hilâfete “İmâmet-i Kübra” veya  “İmamet’ul-Uzmâ” da denir. “Osmanlılarda Hilâfet” adlı kitabın 27. Sayfasında Mustafa Alkan halifeyi şöyle tanımlıyor:  “Halife, İslâm ümmeti ve hükümetinin devlet başkanıdır. Haiz olduğu tasarruf ve velayet hakkı, avam ve havas bütün mü’minlere ve milletin tüm işlerine şâmildir. Bununla beraber bu amme velayeti, Papa’nın velayeti gibi dinî ve ruhanî olmayıp, bir hükümdarınki gibi idarî ve siyasîdir.”

Böylesine önemli siyasi ve dini kavram olan hilâfet ve halifelik konusu aynı zamanda çok başları da ağrıtan, tartışıla gelen ve yeri gelince insanı hapse de götürüveren tehlikeli bir kavramdır. Bu sebeple Biz zülfüyâre dokunmadan, teğet geçerek bu konuyu anlatmaya özen göstereceğiz.

Efendim, halifelik Yavuz Sultan Selim’le tarihe yazılmıştır. Ve tarihçiler arasında da tartışıla gelmiştir “Hilâfet Yavuz’a devredildi mi devredilmedi mi?” diye. Ama ondan önce de bu unvan Selçuklularda hatta Abbasilerde hükümdarlar tarafından kullanılmıştır. Hatta hatta Yavuz’dan önceki Osmanlı Sultanları da bu unvanı kullanmışlardır. Sultan I. Murad gönderdiği Fetihnâmelerde “Halife” unvanını kullanmıştır. Hakeza II. Bayezid de. II. Bayezid’e “A’nî Emirü’l-mü’minîn Halîfe-i bi-l-bâhire” denilmiştir. Yavuz’un tahta çıkışını tebrik eden kız kardeşi İlaldı Sultan da mektubunda ona “Cenâb-ı saltanat- meâb-ı Hilâfet-âyât” diye hitab etmiştir. Hafsa Sultan da eşi Yavuz’a halife diye seslenmektedir mektuplarında.  Yavuz’a Halife diyenler yalnız Osmanlılar değildi. İranlılar, Araplar, Yemen ve Habeşliler dâhil herkes kendisine “halife” diye hitap edip halifeliğini kabul ediyorlardı. Zaten Mekke ve Medine’nin Osmanlılar’ın himayesi altına girmesiyle Osmanlılar Müslümanların ve Müslüman ülkelerin hamisi olmuştur Müslümanların gözünde. Yavuz’la başlayan bu halifelik, diğer padişahlarla devam etmiştir. 1727’de III. Ahmed, Afgan Hükümdarı ile imzaladığı antlaşmayı “Bütün Müslümanların Halifesi” olarak imzalamıştır. Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında taraflar arasında imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Batılı bir devletin Osmanlıyı bütün Müslümanların halifesi, temsilcisi kabul etmesiyle Osmanlı padişahlarının Halifeliği  “devletin dışındaki Müslümanların hamisi” olarak devletlerarasında resmileşmiş, tescil edilmiştir. Ancak yıllar içinde halifelik ve hilâfetin nüfuzu Batılı Devletlerce özellikle de İngiltere tarafından iyiden iyiye hissedilince, önce bu nüfuzdan faydalanmışlar, sonra da bu nüfuzun ileri de kendileri için tehlikeli olacağını sezerek bir takım entrikalara başvurmuşlardır. Bugün de çeşitli bahanelerle gönderdikleri gerek içte gerekse dışta, kendilerinden olan casusları vasıtasıyla nasıl raporlar hazırlayıp, bu raporları çıkarları doğrultusunda zaman zaman açıklayıp, Ortadoğu’yu karıştırıyorlarsa aynı o zaman da aynı yönteme başvuruyorlardı. Hilâfet denilen bu altın anahtarın her kapıyı açması Batılı Devletleri özellikle de İngilizleri telaşlandırdı. 1873’lerde Arap dili ve kültürü uzmanı olan İngiliz Dışişleri danışmanı Badger tarafından ayrıntılı bir rapor hazırlanmış ve bu rapor İngilizlerin harekete geçmesini hızlandırmıştır. . Bu raporda: “Eğer Araplar da Osmanlı sultanını aynı şekilde halife olarak tanırlarsa onun İslâm âlemindeki şöhret ve nüfuzu muazzam derecede artar. Bunun doğuracağı sonuç İngiltere’nin aleyhine olabilir. Bu yüzden İngiltere Araplar üzerindeki Osmanlı otoritesinin genişlemesini önlemeye çalışmalıdır.” (Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı.2, s. 51.)

Artık entrikalar peş peşe gelecek ve çevrilen İngiliz oyunlarıyla Müslümanlar üzerindeki Türkler’in,  dolayısıyla halifenin nüfuzu yok edilecektir. Taa 1873’lerde başlayıp aşama aşama, sabırla çevrilen entrikalar… Basın-yayın organlarıyla güya tartışma, fikir teatisi havaları içinde bulandırılan zihinler, kışkırtılan Araplar, Müslümanlar… Mekke Şerifi’ni daha kolay kontrol altına alacaklarına inanan İngilizler gazetelerden veryansın etmeye başladı. İşte o gazetelerden biri:  10 Haziran 1887 tarihli Times Gazetesi: “Osmanlı Hilâfeti gayri meşru olup, İslâmî temelleri bulunmamaktadır. Buna rağmen dünya Müslümanları arasında kabul görmesi ise, İslâm dünyasına hâkim olan cehaletten dolayıdır. Osmanlı sultanı bu iddiasından vazgeçerek unvanı Mekke şerifine iade etse, Şark meselesi hallolma yoluna girecektir.” (Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı.2, s. 54.) Osmanlı’yı temellerini oyma çalışmaları devam etmektedir. O vakte kadar Osmanlı’nın yanında olan İngiltere artık Osmanlı’nın yanında değil, karşısındadır ve diğer Batılı Devletlerle beraber siyasetini değiştirmiş, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak taahhüdünden vazgeçerek, parçalayıp, aralarında paylaşmak üzere mutabakata varmışlardır. Bu siyaset neticesinde daha önce Rusya’ya karşı destekledikleri Osmanlı’yı 93 Harbi’nde yalnız bırakarak tarafsız kalmışlardır. Üstelik her vesilede II. Abdülhamid’i tehdit ederek isteklerini yaptırma yolunu seçmişler padişah kabul etmeyince de karalama politikası izlemişlerdir. Cidde’yi bile sultana karşı tehdit unsuru olarak kullanmışlardır. Dilerseniz gerisini de yine Azmi Özcan Hocamızın satırlarına bırakalım: “Cidde gerçekten 1890’ların ortalarında Sultan Abdülhamid’e karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılacaktır. Bu dönemde Osmanlı Devmleti’ne karşı değişmekte olan İngiliz politikasının yanı sıra İngiltere’deki kamuoyunu Osmanlılar aleyhine yönlendirecek Ermeni ve Girit meseleleri de ortaya çıkmış, özellikle Ermeni olaylarının yoğunlaştığı zamanlarda bir aralık basın, tiyatro ve diğer haberleşme vasıtaları İslâm ve Osmanlılar’la ilgili herşeyi “fanatik, zalim ve vahşi” olarak niteler hale gelmişlerdi. Bu salgından Osmanlı Halifesi de kurtulamamış ve Sultan Abdülhamid’den “lanetli” veya “KIZIL SULTAN” olarak bahsedilmeye başlanmıştı.” (Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı.2, s. 66.)

(Abdülhamid Kızıl Sultan Karikatürü Le Rire, Paris 29 Mayıs 1897  Kızıl Sultan Abdülhamid)

Ne acıdır ki bizler de bu cennet mekan padişahımız için aynı tabiri kullanarak İngilizler’in ekmeğine yağ sürmüşüz. Amaçlarına çabuk ulaşmalarını sağlamışız!

“Türlü adlarla çıkan nâ-mütenâhî gazete,

Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete.”

Mehmet Akif Ersoy merhumun şiirinde şikayet ettiği gibi artık nâ-mütenâhî gazeteler içte ve dışta propogandalarını artırmıştı. (Bu arada istemeden Abdülhamid Hanı eleştirerek bu gazetelere çanak tutanlar da vardı büyük yazar ve şairlerimizden)

“1890’larda İngiliz kamuoyunda görülen hilâfet ve II. Abdülhamid aleyhtarlığına katılanlar arasında özellikle bu yıllarda Abdülhamid’e karşı muhalefetini yoğunlaştıran Jön Türkler’in, genel olarak Osmanlı hilâfetine inanmalarına rağmen, II. Abdülhamid’in bu unvana layık olmadığı şeklindeki propagandalarını da saymak gerekir.” (Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı.2, s. 69.)

Artık gazetelerdeki ifadeler sultana karşı daha da sertleşmiş, hem Batı kamuoyunda hem de Müslüman kamuoyunda II. Abdülhamid’e karşı bir nefret oluşturulmuştu. Müslümanların halifeye olan güvenleri sarsılmıştı.  Lübnanlı Hassun ve Luis Sabuncu adlı iki Hristiyan’ın 1876’da Londra’da İngiltere malî destekli çıkardığı “Mirat’al-Ahval” adlı gazetenin ana teması “Arap Hilâfetini savunmak ve Türk Hilâfeti’nin geçersizliğini ortaya koymaktı” (Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, İstanbul 1987).Osmanlı hilâfetini yıpratma kampanyasına Times Gazetesi ve Nineteenty Century dergisi de katılarak “Osmanlı Hilâfetinin özellikle veraset açısından’ yasallığını belirleyecek hiçbir delilinin bulunmadığını ve Türklerin gâsıp olduklarını” propaganda ediyorlardı (Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, İstanbul 1987).

Sözümüzü yine uzmanına Sayın Azmi Özcan Bey’e bırakalım: “İngilizler 1870’lerden sonra Osmanlı Devleti’nin yakın bir zamanda dağılacağı beklentisi içinde olmuşlar ve bu an geldiğinde hazırlıksız yakalanmamak için gerektiğinde uygulanmak üzere alternatif politikalar geliştirmişlerdir. İşte Hilâfetin Araplar’a intikali unsurunu da içine alan genel Arap politikası bunlardan biridir. Ancak İngilizler’in yakın bir gelecekte diye tahmin ettikleri bu gelişme II. Abdülhamid’den sonra gerçekleşmiştir. I. Dünya Savaşı sırasındaki İngiliz-Arap ilişkileri değerlendirildiği zaman görüleceği üzere uygulanan planların izlerinin 1870’lere dayandığı hemen fark edilecektir. Bu durumda net bir şekilde ortaya çıkıyor ki I. Dünya Savaşı’nda gerek Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne isyanı gerekse bu dönemde ortaya çıkan hilâfet tartışmaları mevcut şartlar içinde kendiliğinden ortaya çıkmış bir vakıa değil, düşünce planında temelleri çok öncelere dayanan ve muhtemel gelişmelere göre tarz-ı hareket belirleyen arayışların neticesidir.” (Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı.2, s. 71.)

Hilâfet ve Osmanlı tehlikesinden,  entrikalarla kurtulan İngilizler ve Batılı ülkeler hala aynı oyunlarına devam etmekteler ne garip değil mi? Yine bazı Müslüman ülkeler ve bazı Müslümanlar da onların ekmeklerine bal sürmekte, onların daha da güçlenmeleri için ellerinden geleni yapmaktalar ne tesadüf değil mi? Sormaya korkuyorum; tarih yine tekerrür mü etmekte?

Demokratik ülke olduklarını söyleyen Batılıların kral ve kraliçeleri durmakta ve prens ve prenseslerinin düğünlerini günlerce medya aracılığıyla bizlere imrendirerek seyrettirmekteler. Demokrasi ve krallık? Biz mi yanlış bilmekteyiz bize mi yanlış öğrettirilmekte bu demokrasi? Laik oldukları her fırsatta vurgulanan Avrupalıların Papaları da durmakta. Üstelik ayaklarını öperek hürmet göstermekte başbakanları, başkanları… Yoksa 1870’lerden beri Müslümanlara karşı uygulanan entrika ve oyunlar hala devam mı etmekte?

FATMA TOKSOY

Cennetmekân Abdülhamid Han için Batı basınında çıkan çirkin ve bir o kadar da algı operasyonları içeren karikatürler…Beni en çok üzen de bu algı operasyonlarına gelip sultanımızı eleştirenler ve bize okullarda tanıtırken Kızıl Sultan diyenler, nesillerimizi de öyle yetiştirmeye çalışan Haçlı-siyonist maşaları…

 

1908 — Sultan Abdulhamid II and Ottoman Sultan of Turkey on the Cover of October 17, 1908 Edition of — Image by © Chris Hellier/CORBIS

KAYNAKLAR

  • Azmi Özcan, İngiltere’de Hilâfet Tartışmaları, 1873-1909,İslâm Araştırmaları Dergisi, 1998, sayı: 2, s. 49-71
  • Mustafa Alkan, Osmanlılarda Hilâfet, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997.
  • Ş. TufanBuzpınar, Osmanlı Hilâfeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2004, cilt: 2(1): s. s. 113-131
  • Feridun M. Emecen, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, Yitik Hazine Yayınları, 2010.
  • Hoca Sadeddin Efendi, Tacü’t-Tevarih, çev. İsmet Parmaksızoğlu, c.IV, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1992.
  • Solak-zâde Mehmed Hemdemi Çelebi, Solak-zâde Tarihi, çev: Vahid Çabuk, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1989. c.I, 439-471; c.II, s.s. 1-111.
  • İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998, c.II, s.s.231-306, 526.
  • Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1969.
  • Azmi Özcan, “Hilâfet, Osmanlı Dönemi”, DİA, c.XVII, İstanbul, 1998, s.s. 546-553.
  • OrhanKoloğlu, Ne Kızıl Sultan Ne Ulu Hakan Abdülhamit Gerçeği, İstanbul: Gür Yayınları,

1987.

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *