Belki Kudüs’ü görmemiş olabilirim. Ama o rüyasına yattığım bir şehirdir, ezbere çizebilirim size haritasını, şu buğulu camın üzerine.
Belki Mescid-i Aksâ’yı hiç görmemiş olabilirim. Ama o duasını ettiğim bir mesciddir. Unutursam şayet ellerim kurusun. Size gözlerim kapalı tüm sütunlarını, kapılarını, pencerelerini sayabilirim, şurada cezaya kalmış bir çocuk gibi, tek ayağımın üstünde, size hepsini sayabilirim bayım…
Üzgünüm Beyefendi… Kudüs, Mescid-i Aksâ, Filistin meselesi dendiğinde. Tarafsız kalamam ben.
Elbette Bırakamam vazgeçemem Aksâ’dan… Üzüme ve zeytine yemin eden Rabbimizin, insanlığa hediye ettiği ilk Kıbledir o… Hz. Muhammed (s.a.v.)’in göklere çıkan sırrıdır o… Bırakamam…
Görkemli masalarda, ülke sınırları ve hakları kısıtlanacak halklar hakkında konuşan bilgi sahiplerinden değilim, üzgünüm beyefendi… Sizi ve bahsettiğiniz yüksek erdemli tarafsızlığınızı anlayamıyorum, üzgünüm… Ben o kıdemli masalarınızda oturmadım ki hiç. Hazırladığınız kongre raporlarında geçen istatistiklerden sadece birisiyim. “Filistinlilerin yaş ortalaması” gibi mesela. Dünya insanlarının gözleri önünde cereyan eden pervasız bir cinayetin kurbanıyım. Ve onda bile kötüyüm bayım, yani şu yaş ortalaması meselesinde, yaşı tutmayan ölü çocukların arasındayım. Üzgünüm sizin ateş dediğiniz çünkü gül bahçesidir bana, üzgünüm.
Tarafsız olamam iş Kudüs’e, iş Mescid-i Aksâ’ya dayanınca, üzgünüm, sizin ateş dediğiniz, yakar ha uzak dur dediğiniz, cennet çağrısıdır bana, sırtımı dönemem…
Ben bir toz bulutuyum… İçimden geçen tüm ışıklar bu yüzden kırıktır biraz… Ve bu yüzden talihi kırık oğlanlarla tarağı kırık kızları yüz üstü bırakamam… Ahmet Yasin’lerin, Yahya Ayaşların, Rantisilerin, Andeliplerin, iki kaşı arasından vurulmuş Furkanların, bir seher vakti yakılarak cennete uçurulmuş Hudeyrlerin tarafındayım… Üzgünüm çok üzgünüm. İçimden geçen tüm ışıklar kırık olsalar da biraz. Onların hepsi benim öğretmenlerim, benim yoldaşlarım, benim öncülerimdir. Üzgünüm beyefendi, tarafsız kalamam üstü açık tabutlarda bin çiçekle uğurlanan şehitlerin kervanıdır güzergâhım…
Üzgünüm bayım… Çünkü nişanlıyım… İsrâ Gecesinde kulunu Mekke’den çıkartıp Aksâ’nın çatısından göklere yükselten Rabbimizin “oku” emriyle nişanlıyım… Melek Cebrail’in elleri değmiştir “oku” emrine. Ben o ellere, ben o parmak izlerine sözlüyüm… Üzgünüm vazgeçemem… Üzgünüm tarafım bellidir benim. Sözümden dönemem beyefendi, yolumdan cayamam…
Uzunca boylu, sözleri tertipli, üstü başı düzgün, kibar elli, ince sözlü olabilirsiniz, çok kitap okumuş, çok şiir ezberlemiş, görgü sahibi bir kimse olabilirsiniz… Ben bunların hiç birisi değilim bilirim… Kısa, güdük, toy, uygunsuz, tertipsiz, gömleği yıpranmış, elleri tozlu topraklı, hatta nasır tutmuş taş taşımaktan sırtı, sözü kaba saba birisiyim belki… Ama… İşte bırakamam Mescid-i Aksâ’yı.
Bana bir gül çiz şu beyaz deftere deseler. Utancımdan alnım terler de, çizemem belki. Ben o gülü kalbime çizip de asmışım hey, derim size… Kudüs, kalbimde taşıdığım kurşundan ağır bir güldür benim…
Ölümlerden ölüm beğendirmekse muradınız; tarafsız kılamaz bu ağır seçenekler beni… Ey yekûn hesabını tutan nefes, ne yandan esersen es, beni Kudüs’ün kapısında annesini bekleyen bir çocuk sadakatiyle beklerken bulacaksın, üzgünüm, işte buradayım…
Aklarımdan çok karalarımla, günahlardan kıpkızıl kesmiş hesap defterlerimle, apağır hatalarım, som demirden kusurlarım, büklüm büklüm nedametim ve batman batman noksanlarımla…
Üzgünüm beyefendi, iş Kudüs’e gelince… Tüm yüklerini sırtından indiren garip bir hamalım ki; buyurduğunuz şekliyle tarafsız kalamam.
Cehaletimi de mazur görünüz beyefendi. Ben dilsizim, dili Mescid-i Aksâ önünde kesilmişlerden…
Ben Meryem’in susma orucu… Ben, Zekeriyyâ’nın sükûnet mağarası… Ben, Yahyâ’nın kesik başından sızan kan damlasıyım… Benim dilimi Sabra Şatila’da kesmişler, benim dilimi Yafa’da delik deşik etmişler, hala her sabah Gazze’de kanar benim dilim tam seher vakti göklere saçılan kızıl kan, benim kanımdır, üzgünüm… Üzgünüm bayım. Tarafsız olamam… Benim tarafım, benim dilim, Kudüs’tür çünkü…
(Sibel Eraslan hanımefendinin onaylayıp yayınlanmasına izin verdiği 11 Temmuz 2014 yılı Star Gazetesindeki yazısıdır. Sibel Hanımefendi’ye Müteşekkiriz.)