İslâm’ın ahlaki ve etik değerlerinin hayat düsturu olması, tasavvufun doğabileceği ve gelişebileceği ortamı hazırlamıştır. Bu anlamda tasavvuf ayet ve hadislere dayanır ve onlardan neşet eder. Buradan yola çıkarsak tasavvuf; bir arınma disiplinidir. Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak ‘takvâ’ya erebilme yolunun eğitimidir. Nefsani ihtirasları dizginleyip, rûhânî istîdatları inkişâf ettiren mânevî terbiyedir. Peygamber Efendimiz’e vâris olmuş gerçek mürebbîlerin elinde; nefsin tezkiye, kalbin tasfiye edildiği mânevî mekteptir.
Nefsi tezkiye, temizlemek: kişinin kendisini dönüştürmesi, kötü huy ve düşüncelerle mücadelesi, iç mücadele veya cihad-ı ekber de denilebilir. Hz. Peygamber’in dönüş yolunda Bedir savaşı muzafferiyetinden dolayı sevinç içinde olan sahâbilere küçük cihattan büyük cihata döndük hitabı da nefsi tezkiyenin önemini ve kapsamını ifade eder. Çünkü iç mücadele, nefsimiz veya egomuza direnmek, aralıksız devam eden bir karşı duruştur halidir. Hal böyle olunca da tasavvuf dünya ve ahiret saadetini elde etmenin imkânıdır diyebiliriz.
Tasavvufi öğretiye göre değil mi ki yaratılan Yaratan’dan dolayı sevilecek o vakit onun/ların hakkını hukukunu korumak gerekir. Mahlûkata hizmeti Hakk’a hizmet olarak kabul eden tasavvuf kâinatta ve toplum hayatında sürekli çevresiyle iletişim ve ilişki halindedir. Dolayısıyla çok uzun ve hiç sonlanmayacak bir eğitim sürecidir tasavvuf disiplini. Atlanan her eşik bir sonrakini insanın karşısına çıkartır, sorumluluklarını da çoğaltarak. Ve bu vetirede herkes aynı dairenin içinde galaksideki yıldızlar gibidir. Öğreticiler biraz daha büyük belki de uydulu, öğrenciler daha küçük atom gibi yörüngelerinde deveran ederler.
Tasavvuf insan arayışına cevabını veren güçlü bir disiplindir. O yüzden hangi eğitim ve kültürel havza içinde olursa olsun arayışını devam ettirir ve vakit geldiğinde maksat maksut olur. Nitekim Arapça ve Felsefe muallimi olan Celalettin Ökten de İstanbul’a göç ettiğinde böyle bir ihtiyaç hisseder ve arayışın içine girer. Yıllarca tasavvuf çevrelerini tek tek ziyaret eder inceler ve sonunda bir mürşitle yolları kesişir. Felsefeden de tasavvufa yol vardır. Gazzali’de olduğu gibi… Birçok Batılı entelektüelin de ruhu arındırma arayışlarında tasavvufla buluştukları görülür. Toplumun diğer kesimleri içinde benzer örnekler verilebilir.
İnsanın dünya mücadelesi gündelik hayatını idame ettirmeye dayanır. Bunu sünnet üzere düzenlemek istediğinde hem nefsi hem de farklı dünyevi kabuller kendisine karşı adeta bir direnç durumuna geçer. Algılarımız, değişen dünyaya karşı düzenlenen gündelik hayat ve yaşam tarzımız da önümüze bu konuda engeller, bariyerler koyar. Malayani, boş iş ve sözler dini anlamda hoş görülmez ve yasaklanmıştır ama zaman içinde ‘dedikodudan kim ölmüş’ şeklinde absürt bir algı da oluşturulmuştur. Hatta küçük buluşmaların gündemi ‘gel azıcık dedikodu yapalım’ olarak belirlenir. Oysa buluşmaların sohbet, ülfet ve muhabbet üzere olması tavsiye edilmiştir ki bu da Allah kelamı ve peygamber sünnetinin içselleştirilmesiyle mümkündür. Dini ilkelerin sıkıcı olarak düşünülmesi ise modern dünya hayatının düzenlenişinde eğlence ve malayaninin hâkimiyetini açığa çıkartır. Bu durum insanın hakikat arayışını engeller, arasına mesafeler koyar onu hakikatten uzaklaştırır. Oysa insanın mutluluğunun yardım için emek sarfetmekte olduğu söylenmekte psikologlar tarafından.
İnsanın kalp ve ruh disiplini eğitim imkânı olan tasavvuf bu anlamda önemli ve gereklidir. Bu konudaki olumsuz örnekler Hakkı tavsiyeden sapanlarda görülür. Dolayısıyla sapmaları tesbit etmek ve gerektiğinde bu yanlıştır diyebilmek için de hem bilgili hem de agâh olmak gerekir.