#HalepeYolAçın hashtag ve sloganıyla geçtiğimiz günlerde İHH-İnsani Yardım Vakfı bir çağrıda bulunmuş ve bu çağrı bütün ülkede kabul görmüştü. Sultan Baba İlim ve Hizmet Vakfı başkanımız Hüseyin Tamgüney Hoca Efendi de olmak üzere yurdumuzun her yerinden insanlar araçlarıyla akın akın yola çıkıp, sel olup Halep sınırına akmıştı. İşte bu konvoydan hareketle hem konvoyu organize eden hem de bu yardım ve arabuluculuk vazifesini üstlenmiş olan İHH yöneticilerine merak ettiğimiz sorularımızı soralım istedim. Bu amaçla İHH Başkan yardımcısı Yaşar Kutluay Beyefendi’nin misafiri oldum. Ben sordum kendileri sabırla ve şevkle cevap verdiler. Kendisinden ve bütün İHH yönetiminden, çalışanlarından, yardım edip destekleyenlerden Allah razı olsun. İşte sizler için yaptığımız o röportajımızın II. Bölümü:
Fatma Toksoy: Haçlı seferleri yeniden başladı diyorlar. Bence hiç bitmedi ki… Suriye’de Irak’ta Gazze’de ve Müslüman ülkelerde olan bu zulümler Haçlıların bizlere saldırısı değil mi? Nasıl değerlendirmektesiniz bunu?
Yaşar Kutluay: Tabii ki. Son dönemlerde Türkiye’de yaşanan olaylardan dolayı hissetmeye başlayınca bizde farkındalık oluştu. Etrafımıza baktığımızda İran-Irak Savaşı da kendiliğinden çıkmış bir savaş değildi. Amerika’nın Irak’a saldırması, Afganistan’a girilmesi, Filistin’de yaşadığımız olaylar şimdi Suriye’de yaşananlar daha İslâm coğrafyasının birçok yerinde Myanmar’a varana kadar yani İslâm dünyası topyekûn bir saldırı altında. Sadece fiili saldırıdan kastetmiyorum bunun öncesinde hali hazırda 100-150 yıldır devam edegelen kültürel bir saldırı da var. Yani bütün yediğimiz içtiğimiz şeylerden giydiğimiz şeylere varana kadar, oturup kalkışımızdan evin içindeki adab edebimize varana kadar birçok şeyimiz maalesef değişti. Kültürel olarak da toplumumuza bir saldırı var. Topyekûn. Haçlı Seferleri dediğimizde sadece savaştan ibaret bir şey değil. Bunun ekonomik ayağı var kültürel ayağı var. Ve savaş ayağı var. Ve siyaset ayağı da var. Bu gün yaşadığımız şeylere bakıyorsunuz birçok ülkede siyasetler dizayn edilmiş. Ülkelerin yönetimleri bir şekilde ülkelerin çıkarını, kendi insanının çıkarını, Müslümanların çıkarını düşünen yapılar değil de farklı yapılar maalesef. Aslında bir nevi bütün coğrafyamız işgal edilmiş halde. Yeni yeni uyandığımızdan dolayı şimdi şimdi bunları fark ediyoruz.
Fatma Toksoy: Sizce Misyonerlerin faaliyetleri hâlâ devam etmekte midir?
Yaşar Kutluay: Elbette. Birçok yerde misyoner görüyoruz, fakat onlar böyle yaşlanmış hepsi. Özellikle Afrika’ya başka yerlere uçakta seyahat ettiğimiz için 60’lı, 70’li yaşlarda misyonerler çok gördüm. Hiç unutmuyorum Afrika’ya giderken yarısı misyonerdi uçağın. O benim içimi titretmişti. Çünkü o uçakta yarısı İslâm’ı anlatacak tebliğciler olması gerekirken bir baktım ki uçağın yarısı emin olun misyonerdi. Bir gün Sudan’da Darfur tarafındaydım. Katarakt ameliyatları yapacaktık. Darfur’da yol kenarında bekliyorduk. Uzaktan bisikletli bir kızcağız geliyordu. Böyle limon sarısı saçları, masmavi gözleri yani ben Batılıyım diye her şeyiyle kendini belli eden bir kızcağızdı. Tahmini 18-19 yaşlarındaydı. Sonra öğrendik 19 yaşındaymış. Bizi görünce bizi de o Batılı zannetti. Çünkü kıyafetlerimizden, beyaz oluşumuzdan ve buralara başka din ve milletlerden de gelen olduğunu görmediği için bizi Batılı sandı. Kimsiniz diye bize hemen yanaşıp sordu. Belki Alman zannetti. Belki İtalyan… “Türkiye’den geliyoruz” deyince şaşırma sırası ona geldi. Çünkü buralarda Türk görmemiş. Ben dedim ki “burada ne işiniz var? Napıyorsunuz siz burada?” Çok açık net bir şekilde “ben misyonerim!” dedi. Çok rahattı, saklamadı hiçbir şekilde. “Ben Hristiyanlığı yaymak için Hristiyanlığa davet etmek için Hz. İsa’yı anlatmak için buralardayım” dedi. Böyle çok büyük şeyler de yapmıyorlar inanın. . Çiklet veriyorlar. Tişört dağıtıyorlar, üzerinde Hz İsa’nın üzerinde çarmıha gerilmiş tasviri olan. Bu tişörtleri hemen her gördükleri Müslüman çocukların sırtına geçiriveriyorlar. Kolye dağıtıyorlar haç kolyeler. Böyle bu tip şeyler. “Peki, yaşınız çok genç nasıl burada bu kadar rahat gezebiliyorsunuz?” dedim. Ben dedi bir buçuk senedir buradayım. Yani çok daha önce gelmiş. Yani pasaport alma yaşına ulaşınca pasaportunu almış gelmiş demek ki. Sonra devam etti konuşmasına: “Şimdi ben burada bir yıldan fazla görev yaptım bu gün de Afrika’nın başka bir bölgesine tayinim çıktı orda devam edeceğim vazifeme” Tabii bu benim çok garibime gitti. Geçmişte sahabe efendilerimizi hatırladım. Dedim ki onlar da böyle yola çıkmışlardı ve bir sürü cefa, bir sürü sıkıntı çekmişlerdi. Gençlik demediler yaşlılık demediler bu yola düştüler. Biz şimdi en az bunlar kadar gayretli olamayacaksak bir şey beklemek doğru değil. Allah çalışana veriyor. Öyle ya da böyle çalışacağız, çalışırsak verecek. Yani böyle davasına sahip çıkan gençler bizde de olsa keşke dedim. (Keşke dedik bir iç çektik biz de, dua ederek.)
Fatma Toksoy: Halep, Gazze, Arakan, Müslümanlara yapılan zulümler kanayan yaralarımız. Siz bir aktivist olarak okurlarımıza neler önerebilirsiniz? Bir Müslüman olarak neler yapabiliriz?
Yaşar Kutluay: İHH olarak İHH kendisine şöyle bir düstur edindi. Bence tüm Müslümanların bu düsturu edinmesi lazım. Biz bunu zaten kendimiz belirlemiş değiliz. Allah Resûlü Efendimiz (s.a.v.) diyor ki: “Müslüman kötü bir şey gördüğünde onu eliyle düzeltendir” yani gücünüz varsa ben bütün okuyucularıma şunu söylüyorum eğer gücünüz varsa elinizle düzeltmek için onu düzeltmemiz lazım. Bu etrafımızda gördüğümüz bir fitnedir, fesattır, işte İslâm dünyasına olan saldırıdır. Tabi biz orduları olan insanlar değiliz bizim gücümüz de bir yere kadar. Bir sivil toplum kuruluşuyuz. Partileriz cemaatleriz cemiyetleriz ne bileyim işte kendi derneklerimiz vardır vakıflarımız vardır veya hiçbir vakfa derneğe sahip olmayabiliriz ama en nihayetinde bir sürü camianın içerisinde varızdır biliyoruzdur, geliyoruzdur. Eğer gücümüz yetiyorsa yapmamız lazım efendimiz bunu diyor. Gücü yetmiyorsa onu sözüyle etkisiz hale getirmeye çalışsın. Yani sözüyle onu bertaraf etmeye çalışsın. Bu da nedir? İşte konuşmaktır, raporlamaktır, dünyaya duyurmaktır, efendime söyleyeyim zulmü bitiremiyorsa bile o zulmün olduğunu bütün dünyanın gözü önüne sermektir. Onu bir şekilde duyurmak, duyurarak onu etkisiz hale getirmeye çalışmaktır. Üçüncüsü de buğz etmektir o da imanın en düşük seviyesidir, malumunuz… Ve bu noktadan baktığımızda ben okurlarımızdan tek bir şey rica ediyorum. Bu tip şeyler duyduklarında hassasiyet gösterip, işte mitingdir işte toplantıdır, bunun gibi ne yapılıyorsa tepki vermek adına, bu tip yerlere katılmaları gerekiyor. Bu bizim ülkemizde tam anlaşılmış değil. Yani on bin kişinin sokağa çıkmasıyla bir milyon kişinin sokağa çıkması farklıdır. Sokağa çıkıp bir zulme karşı durun demenin ne manaya geldiğini emin olun çok fazla anlamış değiliz. Biz burada elli binden fazla kardeşimizle ki emniyetin verdiği rakamlara göre elli altmış bin kişi katılmış. Biz bu elli-altmış bin kişi ile Halep için sınıra dayanmıştık. Elli altmış bin ki bu rakam Avrupa’nın bir çok yerinde bir çok noktasında hissedilmiş ve tedirginliğe yol açmış bir rakamdır. Yani acaba bu insanlar içeri, Halep’e girerse ne olur? Düşünün şimdi. Ve biz orada dedik ki bu takas gerçekleşmezse biz burada duracağız sonuna kadar. Gerekirse buraya bir milyon insan yığacağız bu işin sonu içeriye girmek de olsa bunu yapacağız. Dolayısıyla küresel sistemler de bu kadar kararlı olduğumuzu gördüler. Bir şekilde olabilecek zararları, dünya kamuoyundan gelebilecek tepkileri önlemek için onlar da pozisyonlarını değiştirdiler. Bu noktada gerçekten katılım, kalabalık olmak çok önemli. Bir milyon kişi bir miting yaptığında emin olun her şey değişiyor. Yani zulmeden bir ülke o zulmünden geçici de olsa vazgeçebiliyor, rahatlama oluyor veya alınacak politik bir karar geriye çekilebiliyor. Türkiye’de yaşamıyor muyuz? Yaşıyoruz. İşte üç beş bin kişi sokağa çıktığında bir kararı etkileyip o kararı geri çevirebiliyor parlamento. Bu yüzden sivil toplumun gücü her zaman önemlidir. Aynı zamanda gerek kendi devletimiz olsun gerek farklı devlet politikalarını değiştirmede de kullanılıyor bu sivil toplum örgütleri. Bu gün çevre örgütleri neden vardır? Ülkelerin çevre politikalarına etki edebilmek için. Dolayısıyla STK’ların böyle bir gücü var. Bu güç de bütün herkesin beraber bir araya gelip ortaya çıkardığı bir güç. Okurlarımızdan bunu rica ediyorum, böyle bizim gibi sivil toplum kuruluşlarının mitinglerine katılın destek verin bizlere…
Fatma Toksoy: Projelerden biraz bahsedelim. Ameliyatlar yapıyorsunuz? Sağlık hizmetleri götürüyorsunuz. Yeryüzü doktorlarıyla mı çalışıyorsunuz?
Yaşar Kutluay: Bir ara yeryüzü doktorlarıyla da bir dönem beraber çalıştık. Şimdi AID dediğimiz AID Uluslararası Doktorlar Birliği var. Onlarla ortaklaşa yürütüyoruz bu projemizi. Doktorlar var onlarla birlikte çalışıyoruz. Bazen Kızılay’la çalışıyoruz bazen Afad’la. Bazen başka STK’larla. Önceden bir başka ülkeye gittiğimizde kendi büyük elçiliğimizin kapısından dahi içeri giremezdik. Yani çok iyi biliyorum beş milyon dolar, on milyon dolar yardım yaptığımız ülkeler vardı. Buralarda büyükelçilerimiz bize randevu vermezlerdi. Oysa elin Amerikalısı bir milyon dolar yardım yapıyor bütün oradaki büyükelçilik, bütün devlet dairelerindeki bakanların hepsi el üstünde tutuyordu onları. Tabii şimdi bu zaman içerisinde kendi devletimizdeki politik değişimler de bu noktada fayda gösterdi. Şu an Allaha şükürler olsun daha iyi karşılanıyoruz, daha iyi planlayabiliyoruz. Yani daha güçlü hale getiriyor bizleri bu. İHH olarak biz belli bölgeleri öncelemişiz. Nedir? İşte daha çok üç bölge içerisinde çalışırız. Birincisi savaşların olduğu bölgeler. İkincisi doğal afetlerin olduğu bölgeler. Üçüncüsü de fakirliğin, yoksulluğun, açlığın, susuzluğun yoğun olduğu bölgeler. Bununla alakalı da projeler üretiriz. Bu üç alanda kendisini sabitlemiştir İHH, dolayısıyla bir savaş noktasında acil yardım gerektiğinde ciddi çalışmalar yapar. Bu gün Suriye’deki bu savaşın başından beri belki on binin üstünde tır sadece Suriye’ye girdi yaptığımız çalışmalarımızla, Allaha hamdolsun. Milletimiz destekledi ve oraya götürdük onların yardımlarını. Tabii ne yapıyoruz bu alanlarda savaş bölgelerinde daha çok acil yardım üzerine sağlık alanında oradaki yaralılar için gerekli malzemeyi sağlıyoruz, gıda, giyim ve ne gerekiyorsa onu temine çalışıyoruz. Barınma ihtiyaçları oluyor çadırlar kuruyoruz. Efendim temiz su kaynaklarına ulaşabilmek için yaptığımız projelerimiz oluyor. Bir şekilde elektrik ve hayatın diğer bütün unsurlarını devam ettirecek bütün çalışmaları yapıyoruz. Bunun haricinde deprem, sel bu tip felaketler olduğu yerlerde de çalışmalar yapıyoruz. Konut yapıyoruz. Mesela Pakistan’da bir sürü konut yaptık. Depremde ve selde bu Pakistanlı kardeşlerimiz evlerini kaybetmişlerdi, onlara ev yaptık. Orda şu an bizim yaptığımız birçok ev var. Bunun haricinde çadır kentler kurmuştuk. Su kuyuları açıyoruz mesela. Afrika’da su kuyuları, camiler işte mescidler, sağlık ocakları, yetim çalışmaları… Yetim deyince mesela Türkiye’de biz bunu çok fazla hissetmiyoruz ama dünya üzerinde çok sayıda yetim var. Hristiyan bir grup var mesela ismini çok zikretmek istemiyorum. Bu Hristiyan grup bütün dünya çapında 8 milyon yetime bakıyor ve bunun yüzde seksen beşi Müslüman çocuklar yani Müslümanların çocuklarına Hristiyan gruplar bakıyor ve tabi buralardan Hristiyan devşiriyorlar. Bu gün Afrika Kıtasının yüzde ellisinden fazlası maalesef bu şekliyle yüz yıl içerisinde Hristiyanlaştırıldı. Bu can sıkıcı bir durum. Neyse bu konuyu tatlı bir anıyla bağlayalım düşündürerek okurlarımızı… Denim’de ilk katarakt ameliyatını gerçekleştireceğimiz zaman ameliyat olacakların sırasında 9-10 yaşlarında bir çocuk vardı. Sırada çocuğun önünde tam 500 kişi var ameliyat olmak için bekleyen. Çocukcağızın iki gözü de doğuştan görmüyordu. Doğuştan katarakt. Orda tabii ben acıdım dedim ki doktorlara pozitif ayrımcılık gösterip “bu çocuğu öne alın” Kırmayıp sağ olsunlar kabul ettiler. Çocuğun yanına gittiğimizde çocuğun boynunda bir haç kolye var ve üzerinde de Hz.. İsa’nın çarmıha gerilmiş tasvirinin olduğu bir tişört var. Getirdik çocuğun kaydını yapacağız, Çocuğa ismini sorduğumuzda annesi “Muhammed” dedi. Soyadını unuttum şu anda. Anladık ki aile Müslüman. Fakat misyonerler işte dediğim gibi bir şekilde boynuna haç, üzerine İsa figürlü tişört geçirmişler. Çocuğu ameliyat ettirdik. Doğuştan görmediği için konjektinal katarakt yani anne karnında kataraktlı olarak doğmuş çocuk. Ameliyattan bir gün sonra çocuğun gözlerini açacağımız zaman ben dedim ki böyle yapmayalım. Annesini karşıya koyduk yanına da 4-5 tane ablamızı koydum ki çocuğa gözünü açtığında soralım bakalım annesini tanıyabilecek mi dedik. Bantları açtık. Bir zaman sonra görmeye başladı. Önce yanındaki eşyalara baktı, bardağı kontrol etti. Masayı kontrol etti. Görmeye başladıkça şaşkınlığı arttı. Fark ediyorsunuz çocuğun şaşkınlığını. Sonra dedik ki “bak bakalım bu karşıdaki ablaların içerisindekilerden biri senin annen. Hangisi senin annen? Tanıyabiliyor musun?” Baktı baktı tanıyamadı. “Bilmiyorum tanıyamadım” dedi. Biz biraz daha onu ilerletecektik hani tahmin et falan ama anne dayanamadı hemen koşarak oğluna sarıldı ağlamaya başladı. Orda ben çok etkilendim yani çünkü o anne. Ona gece gündüz baktı, o göremiyor tuvalete anne götürdü. Ateşi çıktı o baktı. Gece sabahlara kadar başında bekledi. Bin bir türlü eziyetle o çocuğu büyüttü. Ama o çocuk annesinin yüzünü hiç görmemişti ve tanımıyordu. Şimdi çocuğunun gözlerinin açılması, bu çok güzel bir şeydi. Bir anneye oğlunun gözlerini vermek, hediye etmek çok güzel bir şey… Ve bu çok cüzi bir miktara mal oluyor. Mesela bugün biz İHH olarak Afrika’da 250 TL gibi bir rakama gözü görmeyen bir kardeşimizin gözünü açıyoruz. Mesela ilk gittiğimde ben şaşırmıştım. 40’lı yaşlarında insanlar ellerinde bir sopa, sopanın ucundan bir çocuk tutuyor ve onu gezdiriyor böyle. Yani görmediği için bir kişiye bağımlı ve görmediği için evini geçindiremiyor, çalışamıyor. Böyle sıkıntılı bir durum. Ama hamdolsun şu ana kadar 90 bin civarı gözü görmeyen bunun gibi kardeşlerimizin gözlerini açtırdık.
Bu baktığımızda aslında Afrika’daki en büyük proje. Aslında dünya geneline baktığımızda bu çok büyük bir proje. Ankara’da Birleşmiş Milletler yüksek komiseriyle bu projemizi anlatıp konuşmuştuk. Birleşmiş Milletler yüksek komiseri dediler ki bize “Yaşar Bey bu çok büyük bir proje. Bunun için kaynağınız var mı?” Yok, dedik. “Peki nasıl yapacaksınız bunu?” O bile anlam veremiyor. Dedim ki “Siz Batılılarla bizim aramızdaki fark bu. Biz bir şeyin olması gerektiğine inanıyorsak o işe başlarız ve biz onu elimizden geldiğince duyururuz. Allah o işin sahibidir O’na güveniriz, o parayı vesileleriyle gönderecek olan Allahu Teâlâ’dır. Siz Batılılar parayı görmeden hiç bir işe başlamazsınız değil mi?” Ben bunu açıkça söyledim. O da dedi ki: “Doğru söylüyorsunuz. Biz parayı görmeden hiçbir işe başlamayız.” Evet, Allah’a hamdolsun bugün Türkiye’deki bağışçılarımız sayesinde en azından 90 binden fazla kardeşimiz şu anda yeniden görmeye başladı Afrika’da. Gittikçe daha da hızlı bir şekilde devam ediyor bu göz ameliyatlarımız.
Fatma Toksoy: Yetimlerimiz var, yetimhaneler kuruyoruz demiştiniz. Anlatır mısınız? Mesela yetimlere sahip çıkma faaliyetinizden bahsedersek, en çok hangi ülkede yetimimiz var? Ayrıca buna ilave olarak sorayım, İHH’nın diğer sivil toplum kuruluşlarından farkı ne?
Yaşar Kutluay: Evet, yetimhaneler kuruyoruz. Yetimlerimizi orada barındırıyoruz. Şu an yaklaşık neredeyse 100 bine yaklaştı yetim sayımız. Bu bizim birkaç sene içerisinde 25-30 binlerden yüz bine geldiğimizin seviyesidir. İHH’nın yaptığı bu çalışmadan en çok rahatsız olan misyonerler. Çünkü en kolay insan devşirdikleri, nokta bu çocuklar. Bu çocukları alıp yetimhanelerde Hristiyanlaştırıyorlar. Ve daha sonra o ülkede sizin gibi rengi sizin gibi görünümü olan ama maalesef Hristiyan olarak yetişmiş ve ismi Muhammed olan Hristiyan olan çocuklar çıkıyor. İsmi Müslüman kendi Hristiyan olan böyle çocukları görmek ne acıdır bilir misiniz? Ben mesela bir çok yerde burada duyduğumuzda efsane, rivayet veya uydurma sanılan şeyleri orda bizzat bu gözlerimle gördüm yani adı Muhammed olup kiliseye girip namazla kilisede ibadet arası değişik ritüeller uygulayan ibadet inanç dünyası bozulmuş insanlar gördüm. Fakat Burkina Fasonun ücra köyünde de Abdülhamid üzerine hutbeler okunduğunu da gördüm. Yani ülkemizde bazıları “yok böyle bir şey” derler ya, ben de diyorum ki var ve ben Abdülhamid hanın üzerine hutbe okumanın hala devam ettiğini Afrika’nın ücra köşelerinde gördüm. Dolayısıyla İHH bu noktada diğer sivil toplum kuruluşlarından farklıdır. Hani sorunuzda farkınız nedir dediniz ya, işte bu şiardan dolayı İHH sadece yardım yapmıyor, aynı zamanda bu yardıma muhtaç kardeşlerimizin neden yardıma muhtaç olduğuyla ilgili çalışmalara sorunlara bakmakta, sorunları da görüp duyurmakta. Neyi fark edip görüyorsunuz derseniz? Mesela Gazze’de yetim kalan çocuğun yetim kalmasının sebebini İsrail olarak görüyorsunuz. İşte Çeçenistan’da yetim kalan çocuğun yetimliğine Rusların sebep olduğunu görüyorsunuz. Veya Amerikalıların sebep olduğunu görüyorsunuz. İşte İHH’nın bu noktada çalışmasının rengi şekli değişiyor. Yani bunların zulüm yaptığını da söylediği için İHH farklı bir boyuta geçiyor. Dolayısıyla belki düşmanı da fazlalaşıyor yeri geliyor işte küresel sistem içerisindeki büyük güçlerin büyük aktörlerin ayaklarına basmış oluyorsunuz. Siz zalimsiniz demek bile onları çıldırtıyor. Yani dolayısıyla söz söylemenin bile zor olduğu bir dönemde yaşıyorsunuz. Değil ki bunlara karşı geleceksiniz. Dolayısıyla İHH Müslümanlar olarak biraz bu sözün de söylenmesi ve söz gücünün de artması gerektiğini bildiği için buna yönelik çalışmalar yapıyor. Mitingler yapıyor. İşte en son biliyorsunuz Mavi Marmara büyük bir çalışmaydı ve orada şehitlerimiz de oldu ama ne oldu? Bütün dünya Müslümanları birleşse belki anca böyle bir şey yapabilirdik. Allah nasip etti ses getirdi. Ve İsrail bu noktada çok ciddi sıkıntıya girdi. Onun için İHH, sadece karnını doyuralım o çocukların başlarını okşayalım, yolda kalmışların yol parasını verelim veya susuz kardeşlerimize kuyu açalım derdinde değil. Bu manada işin bu tarafı da var. Aynı zamanda bir de İHH olarak bizler İnsani Diplomasi çalışması yapmaktayız. Bu İnsani Diplomasi Çalışması yani bu gün karşılığına baktığımızda örnek olarak Kızılhaç’ın yaptığı insani diplomasi çalışmasıdır. Nedir bu? İşte esirlerin kurtarılması, takası, bütün bunlar bunların yani Kızılhaç gibi STK’ların eline verilmiştir. Fakat burda farklı bir durum söz konusu. Şöyle ki bu coğrafyalarda savaşlar devam ediyor. Bu coğrafyaların insanları da bizim insanlarımız. Bir şekilde buralarda Kızılhaç’ın değil, bizim de söz sahibi olmamız ve güçlü kalmamız lazım. Bu gün İHH şunu hep öncelemiştir. Yani biz ümmetçi olacağız, ümmetin her rengiyle, her şekliyle, her ırkıyla, her cemaatiyle, hepsiyle beraber oturabilecek, oturup kalkabileceğiz, onlarla birlikte hareket edebileceğiz. Böyle bir ümmetçi yapı göstereceğiz. Dolayısıyla bunu şiar edinmek, böyle düşünüp uygulamaya geçirmek bizi güçlendirdi ve birçok grubun nezdinde güvenilir kıldığı için bu gün Allaha hamdolsun işte Suriye’de binlerce insanın kurtuluşuna vesile olduk. işte Moroda Barış Görüşmeleri var. Mora İslâm Cumhuriyeti kurulacak onun görüşmelerinde biz tarafız. Dahası Afrika’da birçok kabileyi barıştırmışız. Libya’daki görüşmeler şu an bizim üzerimizden yürüyor. Yani birçok noktada Birleşmiş Milletler ve farklı yapılar masada haliyle bizi de görmek istiyorlar. Dolayısıyla bu yönü de var İHH’nın. Onun için yeri geldiği zaman siyasi olarak sıkıntılar çekebiliyor ve bu tip büyük yapılara takılabiliyorsunuz. Hamdolsun ama aşıyoruz Allah’ın izniyle.
Fatma Toksoy: Anladığım kadarıyla adamların yaptıklarına taş koyuyorsunuz hocam. Orada misyonerlerin hareketlerine taş koymuş oluyorsunuz. Onların Hristiyanlaştıracağı Müslüman çocuklara hoşgörünüzü ve yardımınızı götürerek ve onlar gibi sömürge düşüncesine kapılmadan siz sahip çıkıyorsunuz. Misyonerler gibi davanıza bağlısınız ama sömürge amaçlı gitmiyorsunuz, emperyalist bir fikirle de gitmiyorsunuz. Farkınız burada. Bu yüzden oralara İslâmiyet’in verdiği selameti, huzuru, mutluluğu götürdüğünüz için onlar rahatsız oluyorlar . Anlattığınıza göre zaten o kadar kişi başladıysa oralarda Müslüman olmaya din değiştirmeye bu da onları bir hayli tedirgin edecektir. Rahatsız olacaklardır. Çünkü onlar sömüremeyecekler bu defa. Müslümanlar olarak ötekiler daha dirayetli duracak karşılarında o yüzden İHH ya kızıyorlar değil mi?
Yaşar Kutluay: Evet. Bizim diğerlerinden bir farkımız daha var. Biz oradaki bütün sivil toplum kuruluşlarını Türkiye’ye davet ediyoruz, geliyorlar. Ortadoğu’da, Afrika’da ve Asya’dan gelen birçok kuruluşa eğitim vermekteyiz. İHH’da İnsani Yardım Okulu dediğimiz bir bölüm var. Burada insani yardım ve insan hakları kısmıyla alakalı ciddi eğitimler veriyoruz ve ülkelerinde bi nevi sıfırdan değil de bir kademe yukardan başlamaları için vesile olmuş oluyoruz. Çünkü Türkiye’de ilk olmak bizim için de zordu. Örnek alacağımız kimse maalesef yoktu. Hatta bir takım derecelendirme kuruluşlarına gittiğimizde bize İSO gibi belgeler düşündüğümüzde dediler ki sizi kime göre değerlendireceğiz? Ancak size göre başkalarını değerlendirebileceğiz yani kriter sizsiniz şu an. Dolayısıyla İHH bu manada, o noktada çok badireler atlattı. Çok sıkıntılar çekti.. Dolayısıyla biz bir sıkıntı yaşadığımızda nasıl çözeceğimizle ilgili kapısını çalacağımız kimse yoktu maalesef. Ama Allah’a hamdolsun bu gün bu manada birçok sivil toplum kuruluşumuz var elimizden geldiğince hepsine bütün bilgimizi datalarımızı networkümüzü aynı zamanda bütün coğrafyalardaki çalışma ağımızı açtık bunlarla çalışın şunlarla iş yapabilirsiniz böyle yaparsanız daha güzel olur, şurada biz hata yaptık siz o hataya düşmeyin gibi bir çok şeyleri acı veya tatlı tecrübelerimizi paylaşmaktayız. Asla da paylaşmaktan çekinmeyiz.
Fatma Toksoy: Aktivist (eylemci, mücahid) olmak zor ve meşakkatli bir durum. Sizin gibi aktivist olmak, mücahide olarak eylemlerde, yardımlarda görev almak isteyen hanımlarımıza ne tavsiye edersiniz? Size katılmak isteyen okurlarımıza tavsiyeleriniz ve şartlarınız nedir? Size madden de destek olmak isteyen okurlarımız ne yapmalılar?
Yaşar Kutluay: Bir kere öncelikle şunu söyleyeyim; Avrupa’da sıradan gördüğümüz insanlar arasında en az üç, dört, beş, altı STK’ya üye olan insanlar var. Ve cüz’î de olsa sivil toplum kuruluşlarına belli bir miktar para ayırıyorlar. Çevre kuruluşları var yani ayda on Avro veriyor üç-beş Avro veriyor. Böylece sahip çıkıyor, destek oluyorlar sivil toplum kuruluşlarına. Türkiye’de daha sivil toplum kuruluşları çok anlaşılabilmiş değil. Hâlbuki vakıf kültüründen vakıf medeniyetinden gelen bir yapımız var Ama tabii bu yapı bilinçli olarak sekteye uğratılmış. Yani Osmanlı döneminde baktığımızda 70 binin üzerinde vakıf varken Cumhuriyet dönemine geçer geçmez bunun dört binlere üç binlere kadar indiği görülmektedir. Yani birçok vakıf dernek kapatılmış tekkeler, zaviyeler kapatılmış işte toplum içerisinde garip gurabalar miskinler bakılamaz hale gelmiş bunun hatta sonra farkına varılmış ve suç oranları artınca yeniden bunları açmaya başlamışlar. Her şeyden önemlisi vakıflar dernekler sivil toplum kuruluşları gönüllü olarak çalışabileceğimiz yerler ve aslında size de bir kültür kazandırır bu tip yerler. Birlikte olma, beraber olma o birliktelikten beraber güç kazanma ve o güçle bir çok noktada sesinizi yükseltmeye sebep olabilirsiniz. Bu İHH olur başka yerler olur. Herkes kendine yakın hissettiği bir yer mutlaka bulur. İşte cemaat-cemiyet olur. Ama mutlaka bir kere okuyucularınızın bunu yapması lazım. Mutlaka bir yerde olması lazım. İHH da olmak isterlerse bizim İHH’da nasıl bir yolumuz yöntemimiz var? Öncellikle bir gönüllülük sistemimiz var. Bunu (https://www.ihh.org.tr/ )den girdiklerinde İHH’yla çalışmak istiyorum diye bir yer var orayı tıklarlarsa gönüllü bölümüne geçerler. Oradaki bilgileri eksiksiz net bir şekilde doldururlarsa biz de değerlendiririz bu bilgileri.. Gönüllü birimimiz var. Kadın gönüllülerimiz ve erkek gönüllülerimiz olarak ikiye ayrılmakta. Bu formlar doldurulduktan sonra gönüllü birimimiz hanım ve beyleri bunlarla ilgilenen arkadaşlara yönlendirir. Bu kayıtlar değerlendirilir. Sonra o bölgede yaptıkları toplantılarda gönüllü buluşmaları diyoruz o buluşmalara davet edilir başvuran arkadaşlarımız. Geçtiğimiz sene 20 binden fazla gönüllü kardeşimizle İstanbul’da buluştuk. Temsilciliklerimizde buluştuk. Farklı çalışma yerlerinde buluştuk. Orda nasıl gönüllü olabileceklerini neler yapabileceklerini anlatırız konuşuruz. Gerek evlerinde oturarak sosyal medyada destek olmak gibi, bültenleri paylaşarak bu farkındalığı artırmak adına. Gerekse bizatihi fiili fiziki bu yardımın içerisinde olarak yapabileceği şeyler varsa orda görevlendiririz. Hatta bazı gönüllülerimiz var bu gün dünyanın başka yerlerinde onları görevlendirmişiz ailesiyle orada yetimhanede kalan kardeşlerimiz var. Orda yetimlerin başlarında annelik yapıyorlar ablalık yapıyorlar. Örnek modeller oluştu mesela. Nihayetinde bu çocukların anası yok babası yok bir şekilde bir model ortaya koymamız lazım ki bu çocuklar büyürken aynı zamanda o şeyi hissetsin. Bunun haricinde dönemsel olarak öyle yurt dışında çalışmalarımıza destek veren mühendis abilerimiz, kardeşlerimiz var. Teknik bir takım ekipler var. Onlardan Allah razı olsun, bazıları dernekler kurmuşlar bu vasıtayla bize destek veriyorlar. Onun haricinde bizâtihi İstanbul içinde olsun diğer şehirlerimizde olsun gönüllülük çalışmalarımıza destek veren oralarda görev alıp İHH’nın misyonu-vizyonu adı altında çalışan kardeşlerimiz var. Tek amacımız var bir şekilde Türkiye’deki Müslümanlara, sadece Türkiye ile sınırlı olmayan hem gönül coğrafyası hem dindaşlarımızın olduğunu dünyanın öbür ucunda da kardeşlerimizin bulunduğunu yani bu ümmetçi anlayışı hissettirmek. Hepsinden daha da önemlisi dünyada dini, dili, ırkı ne olursa olsun bir sürü mazlum insanların olduğunu bilmelerini, görmelerini sağlamak. Yeryüzünde adaletin ve iyiliğin hâkim olması için evrensel kardeşlik bilinciyle nerede olursa olsun muhtaç ve mazlum tüm insanlara ihtiyaç duydukları insani yardımı ulaştırarak onurlu bir yaşam sunmak. İnsanı yardıma muhtaç hâle getiren ve mazlum eden her türlü politika ve faaliyetleri önlemek üzere tüm insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmemesi için gerekli çalışmaları yapmak. Değişen dünyada değişmeyen değerlerin yaşatılmasını sağlamak. Ve iyiliği her zaman her yerde yaşatmak. Dolayısıyla herkesi bu misyonun içine olduğunca davet etmeye çalışıyoruz. Almaya çalışıyoruz. Eğer çalışmak isterlerse en yakın ulaşabilecekleri nokta internet adresimiz. Oradan formu doldurduktan sonra arkadaşlarımız zaten onları arayacaklardır. Mesela katarakt ameliyatlarımız var katarakt ameliyatlarına göz hekimlerimiz geliyor. Devlet hastanesinde çalışan göz hekimlerimiz bu programa katıldıklarında devlet yani Sağlık Bakanlığımız onları idari izinli sayıyor. Allah razı olsun. Böyle bir şey var. Onlar geliyorlar ve gözlerini hediye ediyorlar bu muhtaç kardeşlerimize. Afrika’da bizim çalıştığımız yerler var misal Nijer’de göz hastanemiz var şu an. Açılışını yaptık bir yıldır göz hastanemiz çalışıyor. Senede yaklaşık 10 bin civarında katarak hastasını orada ameliyat edeceğiz. Bu sene yeni açılmış olmasına rağmen yedi sekiz bin kişi oldu ameliyat edilen hasta sayısı… Dolayısıyla böyle spesifik özellikleri olan göz doktorları gibi farklı uzmanlıkları olan doktor arkadaşlarımız gene Afrika’da farklı yerlerde bize bu noktada yardım etmiş oluyorlar. Bu sadece doktorlara da has bir şey değil. Birçok alanda bu çalışmalar yapan kardeşlerimiz var. Yurt dışında kurduğumuz hastaneler hastanelerdeki ekipmanlar burayla alakalı teknik elemanlar birçok iş yapıyoruz dolayısıyla toplumun her kademesinde her noktasında belli tecrübeye sahip insanlar her zaman için faydalı oluyorlar. Allah onlardan razı olsun. Bir cebimizden para verdiğimiz zekât var. Bir de ilmimizin zekâtı var. Biz bu iki zekâta da talibiz. Bu konuda başımızdan geçen bir olayı anlatmadan edemeyeceğim. Maddi durumu da çok iyi olan bir doktor arkadaşımıza Afrika’ya abi gel yardım et dedik. “Ya bir arkadaşımızı ayarlasak biz aramızda ona maaşını da versek o yapsa da biz gitmesek çok yoğunuz” falan deyince ben dedim ki “hayır böyle bir şey istemiyorum. Bu sizin ilminizin zekâtı gelin görün ondan sonra konuşalım!” Böyle biz gelmeyip gelen bir doktorun maaşını verelim de o gitsin diyen birçok doktor arkadaşımız geldiler bir- iki gün kalacağız derken bir hafta on gün iki ay boyunca kaldılar ve olayı anladılar. Çünkü şunu gördüler, bakın Nijer’de 15 milyon nüfus var herhâlde tahmini olarak 11 tane göz hekimi var. Bir buçuk milyon insana bir göz hekimi düşmekte. Yetmemiş bir göz hekimini de orda bakan yapmışlar sağlık bakanı dolayısıyla on tane göz hekimi var. Gözünüze çöp batsa göz doktoruna ulaşamayacaksınız. Ama Türkiye’de mesela göz hekimine gidiyorsunuz sırada beş kişi var yarım saat beklediğiniz zaman canınız sıkılıyor. Fakat burada emin olun gözünüze çöp batsa kör oluyorsunuz. Yani ben gözü şişmiş ve şişlik gözünün beş katına çıkmış çocuklar gördüm tamamen enfeksiyon kapmış, iltihaplanmış ve artık göz gitmiş gözden kurtulamıyorlar ama. Çünkü ameliyat edecek kişi yok ki o gözü çıkartılsın da kurtulsun bu durumdan. Yani vücudumuzun en ufak bir yeri ağrıdığı zaman veya bir organımızı kaybettiğimiz zaman bunu daha iyi hissediyoruz. Dolayısıyla herkesin ilminin zekâtını vermesi lazım. Ve birçok noktada buralara giden mesela inşaatçı kardeşimiz oldu Afrika’da onları götürürken dediler ki “bizim ne faydamız olacak?” Oradan geri geldiklerinde de şöyle dediler “ya abi biz orda bir yıl kalsak çağ atlatırız oraya” Çünkü kullandıkları teknikler binayı yapış şekilleri o kadar kötü ki insanlar bırakın depremi hızlı bir yağmur yağdığında o çamur gibi binaların altında kalıp boğularak ölüyorlar. Dolayısıyla her insanın oraya katabileceği muhakkak birçok şeyler var. Bunlar sadece parayla olan şeyler değiller. Aynı zaman ilimle, güçle, bedenle olan şeyler.
Fatma Toksoy: Yaşar Bey, size madden de destek olmak isteyen okurlarımız ne yapmalılar?
Yaşar Kutluay: İHH internet sitesi adresimiz bu: https://www.ihh.org.tr/
İnternet sitesinden girdiklerinde orada online bağış bölümü var online bağış kredi kartı bilgileriyle oradan yardımlarını yapabilirler. İnternet üzerinden bağış yapmak için şu linki tıklayabilirsiniz: https://www.ihh.org.tr/bagis
Bizatihi İstanbul’da 12 tane temsilciliğimiz var. Onlara ulaşabilirler. Bu temsilciliklerimizin adresleri telefon numaraları gene internet sitemizde var. Ayrıca, birçok bankada bizim hesabımız var, oralardan da İHH’nın kurumsal ekranından bağış yapmak istiyorum dediklerinde oradaki görevliler kurumsal ekran açılıyor zaten yardımcı olurlar. Ayrıca SMS yoluyla bağış yapabilirler. 3072 yi bir mesaj attıklarında 5 TL yardım yapmış olurlar. Oturduğun yerden. Yani çağımız öyle bir hale geldi ki ben sadaka nasıl verilirim diye düşünmüyorsunuz oturduğunuz yerden sadaka verebiliyorsunuz.
Fatma Toksoy: Ümmet, insanlık uğruna bu kadar çabalayıp uğraşan İHH Yöneticileri, Çalışanları, Gönüllüleri, Destekleyenleri hepinizin Allah sa’yinizi meşkûr eylesin. Rabbim sizlerden razı olsun. Yaşar Kutluay Bey’e verdiği bu kıymetli bilgilerden dolayı müteşekkirim.
Bu röportajın birinci bölümü Seyyide Dergisi 47. Sayımızda Yayınlanmıştır. Sitemizde de vardır. Lütfen Tıklayınız.