Sabahın erken saatlerinden itibaren hedefine doğru ilerleyen insanlar.
Kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar, gençler…
Ellerinde büyücek bir karton yahut başları üstünde bir seccade…
Pervanenin ışığa yönelişi gibi ya da büyük bir mıknatıs herkesi çekiyor gibi…
İstikamet belli.
Hedef, Rabbin Kur’ân-ı Kerîm’de etrafını bereketlendirdik diye bahsettiği, mübarek Mescid-i Aksâ.
Aylardan Ramazan.
Günlerden Cuma.
Ağızlar mühürlü, nefsler zorda.
Güneş, neredeyse tepede, sanki insanların başlarından bir karış yukarıda…
Ramazan tüm güzellikleri ve tüm zorluklarıyla birlikte, işte şimdi, tam da burada…
Eski şehrin surları içinde o ince, dar ve taştan sokaklar, Aksâ’ya bağlanan bütün yollar, dümdüz duvarlar, sacdan mamul saçaklar, küçücük pencereler, büyük demir kapılar hepsi ama hepsi cıvıl cıvıllar, ışıl ışıllar.
Ramazanın rengi ve bereketi kaplamış çoktan bu eski şehri.
Zaman zaman kanın boyadığı, çoğu zaman toplanmayan çöplerin yığıldığı, birbirinden farklı kimliklerin istese de istemese de yan yana yürüdüğü bu sokaklar, üzerinde taşıdığı İslâm kokusunu diğer zamanlarda Ramazan’da olduğu kadar neşeyle sunmuyor, sunamıyor ne yazık ki misafirlerine. Elle tutulacak kadar somutlaşan, insanın ruhunu yakalayan bu coşkuyla yürüyor insanlar mescidine.
Kimi ağır, aheste… Kimi çabuk, acele…
Karışıyorum ben de bu kalabalığa.
Eski şehrin kapılarından geçiyorum ve tarih değişiyor.
Zaman duruyor ve an uzuyor.
Farklı bir âlem, farklı bir iklim oluyor.
Mahşer yerinde buluşmaya mutluluk ve huzurla giden insanlarız artık. İlk kıblemiz çekiyor bizi kendine.
Aksâ’nın kapılarına varıyoruz sonunda.
Sorunsuz oluyor girişimiz.
Ramazanın bereketi olsa gerek, saçma sapan bir devlet olan İsrail sıkıntı çıkaramıyor Aksâ’nın ziyaretçilerine. Kalabalık büyük zira. Şu durumda sıkıntı çıkarmak kendileri için de sıkıntı olur besbelli. Maceraya atılmıyorlar zannımca. Geçen ramazanda edilen dualar bu ramazanı rahatlatmış belki de, Elhamdülillah. Ya da BM 2014 Gazze raporunu yalancı çıkarmaya çalışıyorlar kıt akıllarınca. Allahu âlem.
Ramazanın hürmetine onlarca kontrol noktasından geçerek, saatlerce kuyruklarda bekleyerek Filistinli kadınlar, yaşlılar ve çocuklar Batı Şeria’dan geliyorlar akın akın Aksâ’larına.
Ya genç erkekler? “Yassah hemşerim” işte onlar giremezler, isteseler de Kudüs’e…
Bir devlet müsveddesi olarak İsrail bu Ramazan güzel (!) yüzünü gösteriyor kendince tüm dünyaya. “İsrail’de hiçbir dini grup ibadetlerini yapmaktan men edilemez (!).” diyorlar.
Hatta devlet yetkilileri, ordu görevlileri tek tek açıklamalarda bulunuyorlar. “Tüm Müslümanların Ramadan kareem…”
Tabii yersen…
Ramazan dışında Aksâ’ya gelmemiş olsam bu manzarayla büyük bir yanılgıya saplanabilirdim.
Hani Aksâ mahzundu derdim kendi kendime, hani yalnız ve öksüzdü?
Bu kalabalık, bu coşku yetmiyor mu ki Müslümanlara da fazlasını istiyorlar?
Hayır, bu bir illüzyon. Bu bir Ramazan sihri…
Ben biliyorum, şahidim, Ramazan dışında, Ramazan olmayan bir Cumada Aksâ’nın kimsesizliğini.
Kıble mescidinin 3 safında erkekler, 2 safında kadınlar. Hepi topu bu kadar.
Mescid-i Aksa alanı 144 bin metrekare. Alnın secdeye değdiği alansa toplamda hadi deyin ki 500 metrekare.
Daha namaza 2 saat var. Aksâ’nın avlusunda bütün gölgelik alanlar dolu. Ağaç altları, büyük şemsiyeler, duvar dipleri…
Hava çok sıcak. Hani anlatıldığı gibi. Güneş bir mızrak boyu…
Avluda bazı insanların basit fıskiyelerle gelenleri fisebilillah ıslattıklarını ve serinlettiklerini görüyorum.
Bu sıcakta ne büyük nimet ve kolay bir sevap kapısı. Cennetten olmalı bu su damlacıkları.
Saatler ilerledikçe yalnızca gölgelikler değil çıplak alanlar da doluyor.
Güneş ışınları beyaz taşlardan yansıyor.
Yavaş yavaş saflar sıkılaşıyor. Hutbe bitiyor.
Yeryüzünün tüm mazlumları için açılıyor avuçlar, özgür Filistin duaları ediyor dudaklar ve kendine dönüyor insan.
Ben bu dünyanın neresindeyim? Ben neyim ve kimim?
Tüm Müslümanlar, Aksâ’nın serçeleri, kedileri, zeytin ağaçları… Bir oluyor Cuma vakti, cem oluyor kutsal Aksâ’da. Rabbine yöneliyor ve namaz eda ediliyor.
Ardından topluluk dağılmıyor.
Aksine Müslüman coğrafyanın içinde bulunduğu durumun naif ve acı bir resmi çıkıyor karşımıza.
Bir tarafta el Fetih, diğer tarafta Hamas. Aynı mekânda ama sanki birbirlerinden binlerce kilometre uzakta. Derin bir körlük ve sağırlık var arada.
Bir sene evvel Siyonistlerce yakılarak şehit edilen 16 yaşındaki Muhammed Ebu Hudayr’ı anma gösterisi düzenliyorlar, yan yana. Sloganlar atıyorlar, marşlar söylüyorlar. Dünyaya ve saçma devlet İsrail’e bir mesaj ulaştırmaya çalışıyorlar.
Bir mesaj.
Bir avlu.
Bir avluda bir avuç Müslüman.
Bir avuç Müslümanın ortak bir niyeti.
Çok basit ve çok yalın.
Ve ortak bir gayeyi dahi tek bir ağızdan dile getiremeyen, ittifak edemeyen, hiziplere ayrıştırılarak gücü bölünen bir topluluk. İşbirliğiyle güçlenmek yerine, düşmanlarının çıkarlarına hizmet edercesine birbirlerinin sesini bastırmaya çalışan ve böylece daha da cılızlaşan.
Müslüman dünyaya baktığımızda görünen manzaranın küçük, naif, minimal bir izdüşümü bu resim… Ve neden bunca kargaşa ve savaşın Müslümanlar üzerinden şekil bulduğunun.
İçimizdeki ahmaklar yüzünden bizleri helâk eyleme Ya Rabbi.
AYŞEGÜL YILDIRIM KARA
Yapımcı-Yönetmen-Yazar