Tenekede Yeni Ekilen Bir Nane Umudun Bitmediğinin Bir Göstergesidir
Beykoz Devlet Hastanesi-Başhekim Yardımcısı
Dr. Hatice Kınık’la Röportaj
2011 yılından beri devam edegelen, hemen şuracıkta, yanı başımızda, komşumuz Suriye’deki savaşın sonuçları ve etkileri her geçen gün daha da iç acıtıyor Müslüman olmanın en önemli anlamlarından biri olarak tüm Müslümanlarla bir vücudun azaları gibi olmak, Osmanlı varisi Anadolu insanın her birinde farklı tezahürleriyle yaşanıyor. Bu eksende Aralık ayında İHH öncülüğünde “Halep’e Yol Açın” kampanyası başlatıldı. Ve yaklaşık 5 bin araçlık koca bir konvoy, İstanbul’dan Halep’teki kardeşlerimizin tahliyesi ve onlara insani yardım götürme amacıyla yola çıktı. Seyyide ekibi adına bizler de, o konvoyda bulunan Dr. Hatice Öztürk Kınık Hanımefendi’ye yaşadıklarını ve izlenimlerini sorduk.
Esma Betül Acar: Bir doktor, bir anne, bir aktivist olmanızla beraber, kendinizi bu destek yolculuğuyla alakalı olarak nasıl tasvir edersiniz?
Dr. Hatice Öztürk Kınık: İHH’nın düzenlediği “Halep’e yol Açın” konvoyuna yapılan çağrıdan haberdar oldum. Sanki bir yağmur duası çağrısı gibiydi. Uzun yıllardır ümmetin sorunlarıyla ilgilenen platformlarda yer aldım. Ancak bu bireysel bir şahitlikti. “Sen yoksan bir kişi eksiğiz” mantalitesiyle orada bulunmak istedim. Duasıyla orada bulunanlardan biri olmak adına, 15 Temmuz’da evimizden çıkıp birlikte yürüdüğümüz yollarda olduğumuz gibi, Mısır’daki Rabia meydanındaki insanların oradaki duruşu gibi, orada yaşananlar gibi algıladım. Suriye’de ve diğer tüm savaşlarda olduğu gibi bu süreçlerde en çok etkilenenler kadın ve çocuklardır. Oradaki bir çocuğa kucak olmak istedim. Orada sadece Hatice olarak, bir anne olarak sınır kapısının açılıp açılmayacağını bilmeksizin duamla orada bulunmak istedim. Hangimizin duasına karşılık verileceğini bilmiyorduk.
Esma Betül Acar: Nasıl karar verdiniz? Sizi katılmanız için inandıran ne oldu?
Dr. Hatice Öztürk Kınık: Konvoy Perşembe günü yola çıktığında, bazı şahsi rahatsızlıklarım ve engellerim sebebiyle katılamamıştım. Cuma günü işe geldiğimde Memur-sen Kadın kollarından yakın arkadaşım Habibe Öcal’ın internetteki “Yürekli 47 kadınla biz de Halep’e gidiyoruz” çağrısını gördüm ve kendisiyle iletişime geçtim. “48 ve 49’ncu yoldaşınız da varmış” diyerek yakın bir arkadaşımla kendimizi onlara dâhil etmek istedik. Bize geri döndüklerinde, öğrencilerle beraber ve çok da konforlu olmayacak bir yolculuğun bizim için sıkıntı olmaması halinde gelebileceğimizi belirttiler. Bizim için ayakta gelmek bile olsa sıkıntı değildi. Kaldı ki öğrencilerle beraber bir yolculuk bizim için memnuniyet sebebiydi. Biz İstanbul’daydık, onlar ise Ankara’dan yola çıkacaklardı. Ailelerimize haber verdik ve en kısa sürede uçakla Ankara’ya ulaşıp, orada dâhil olduk.
Esma Betül Acar: Yolculuk esnasında neler yaşadınız?
Dr. Hatice Kınık: Yol boyunca yoğun yağmur ve kar yağışı vardı. Biz biliriz ki Mevlana İdris’in, “Her kar tanesini bir melek indirir yeryüzüne” deyişiyle kar/yağmur vaktinde edilen duanın kıymetiyle, sefer halinde edilen duaların çevrilmediğinin bilinciyle, öğrenci kardeşlerle Suriye’ye dair kâh marşlar, kâh ağıtlar, kâh şiirlerle, bazen gözyaşı bazen tebessümlerle halleşip hasbihal ederek bir yolculuk yaptık. Sabah namazını yol haliyle, nerede nasıl abdest alsak, teyemmüm mü yapsak derken sefer halinde iken eda ettik. Akşam 20.00’de başladığımız yolculuğumuz sabah namaz vaktiyle beraber Hatay’da yaklaşık 8-9 saatin ardından son buldu. Reyhanlı’ya vardığımızda güneş ışımaya başlamıştı. Künefesiyle meşhur bir kent değildi önümüzdeki. Göç almış, savaşın, göçün kokusunun, dokusunun üzerine sindiği, etrafta çadır kentlerin, muhacirlerin gezindiği bir misafir şehri olmuştu. Onlar mülteci değildi. Bu insanlar iltica etmiyorlar. Yurtlarından zorla çıkarılanlardı. Bu insanlara uygulanan, tek başına değil birçok dış gücün ortak güç olmasıyla yaptığı bir soykırımdır. Nisa Sûresi 75’inci âyet-i kerîmesinde buyruluyor ki: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz” İşte orada bulunuşumuz, bu ilahi hitaba muhatap olmak adına idi. Aynı Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın hicreti gibi algılamalıydık. Yanıbaşımızdaki bu mazlum insanlara biz el vermezsek, kim el verirdi?
Kendi ihtiyaçlarını, bize ikram ettiler…
Yardım için oraya gelip, oluşan 5 bin araçlık uzun konvoydan dolayı sınır kapısına kadar araçla ulaşamadık. Ve 8 km yürüdük. Yol kenarında daha önce Hatay’a göç eden Muhacir kardeşler, bizler onlar için ordayız diye, bizlere çay ve su ikramında bulundular. Sanki biz oraya misafir olarak gitmişiz ve onlar orada ev sahibi idiler. Selamette olduklarından emin bir şekilde, ellerine geçen yardımlardan bizlere ikramlar ettiler. Havanın soğukluğuna, üzerlerindeki giysilerin yetersizliğine bakmadan bize iştirak ve ikramlar ettiler.
Ümidin Görünüşü…
Kemmune, Azez ve Atme kamplarına gidebildik. Oraya gidenler olarak uluslararası görüşmelerden çıkacak olumlu kararı bekliyorduk. Ama bu bekleyiş kişisel ve statüsel kaygılardan çok uzakta, sadece “yanınızdayız, sizinleyiz” demek için Arafat’taki bekleyiş gibi bir bekleyişti. Sınırı geçtiğimizde gördüklerimiz bizi çok etkiledi. Derme çatma çadırlarda, daha yeni dağıtılan yardımlardan bizlere de ikram ettiler. Bizim için, bizim geleceğimizi bilircesine bizlere kendi ihtiyaçları olanlardan ikram ettiler. Vefalı Türk’ün geleceğine olan ümitleri hiç bitmemişti adeta. Oradaki bir prefabrik okul, bahçesinde bir park, bisikletlerini de getiren çocuklar, tenekede yeni ekilen bir nane umudun bitmediğinin göstergesiydi.
Böylelikle biz, biz olabildik…
“Belki içinizdeki salihler sebebiyle duanız kabul olunur”a muhatap olmak için, onlara verilen bu yardım elini, başımıza bir bela gelmesinden muhafaza olunmak için gittik. Kardeşlerimizin zor zamanında yanlarında olduğumuzu onlara göstermek için, bir nefes fazla, bir kişi fazla olsak bununla şerefyâb olduğumuzu ifade edebilmek için oradaydık.
Ne durumdayız?
Bırakın fiili duamızı, kavli duamız bile az. Dilimiz duamız kuruyana kadar. Gece namazlarında mazlumlara dua etmemiz gerekirken, biz geceleri derin uykulara dalabiliyoruz. Suriye, Mısır, Doğu Türkistan, Arıkan’da mazlumlar mahrumlar mustazaflar biz gafletteyken her türlü desteğimize muhtaçlar. Derdimiz, ümmetin derdi olacaksa eğer, biz daha bu işleri tam anlamıyla dert etmiş değiliz. Sadece dua ile olmadığını bilmeliyiz. El vermenin, elimizi cebimize sokmanın ne kadar elzem olduğunu bilmeli ve ona göre eylemeliyiz. Bu konularda zihnimizi çok yormadığımız aşikârken, daha çok nasıl dert edebiliriz?
Bugün hâlihazırda muhacir olarak 53 bin yetim çocuk var Türkiye’de. Afad verilerine göre aileleriyle gelen 380 bin çocuk var. Savaş başlayalı 6 yıl oldu. O gün buraya gelen bir çocuk bugün artık eğitim çağı seviyesinde.
Özellikle bu yetim 53 bin çocuk bizim önceliğimiz. Zira her türlü istismara açıklar. Bunlar ümmetin emanetleri. Bizler bu yavrular için ne yapabiliyoruz?
Bireysel olarak, ekip olarak, toplumsal olarak, devlet olarak ne yapabiliyoruz?
Bunları çok iyi irdelemek ve idrak etmek zorundayız.
El vermek, gönül vermek, mesai vermek zorundayız. Projeler üretmek, çözümler bulmak zorundayız.
Belki daha iyi fikir ve eylemlere örnek olma niyetiyle, spesifik bir örnekle tamamlayacak olursak, Halep’ten döndükten sonra oradaki yetimlerin zor yaşam şartlarını paylaştığımız bir grup arkadaşla, atkı, bere, kazak, patik temin etme çağrısı yaptık. 250 çocuğun ihtiyacını karşılayacak kadar malzemeyi temin edebildik ve gönderdik.
Esma Betül Acar: Kıymetli Dr. Hatice Hanımefendi’ye gözlemleri ve samimi paylaşımları için çok teşekkür ediyor, bu vesile, bu satırları okuyan takipçilerimizin de ümmetin derdiyle daha çok dertlenmelerine vesile olmayı diliyoruz.