Efsaneye göre; İlkbaharda Nisan yağmurları yağarken sahile çıkan sadef, iki kapağını açar o sırada karnına düşen yağmur damlasını yutup suya geri dönermiş. Denizdeki tuzlu su, bu saf yağmur tanesini yutan hayvana bir ızdırap verir sadef de bunun acısını unutmak için bir sıvı salgılarmış. Bir süre sonra bu sıvının etkisi geçip acısı tazelenince aynı sıvıyı tekrar salgılar tekrar salgılarmış… İşte üst üste salgılan bu sıvıların katılaşmasıyla inci meydana gelirmiş. Şayet sadef, birden fazla yağmur damlası yutarsa inciler küçük, tek bir damla yutarsa inci büyük ve düzgün olurmuş. En makbul inci addedilen bu tek ve iri olana “dürr-i yetîm (yetîm inci), dürr-i yektâ (eşsiz inci), dürr-i yek-dâne (tek inci), dürr-i şâhvâr (şahlara lâyık inci)[1] denir edebiyatımızda…
“Dürr-i yetîm, nâdirü’l-vücûd olan büyük, a’lâ inciye denir ki derûn-ı sadefte yetîm, yani ferd ü yegâne olarak tekevvün etmekle büyük olup”[2] Efendimizi teşbih etmek üzere kullanılmıştır.
Süleyman Çelebi’ye ait Mevlid-i Şerifi’nin yegâne mısralarından biri olan; “Ol sadeften doğdu ol dürdânesi” ifadesi de işte bu sebepten tercih edilmiştir.
Sözlük anlamı doğum, doğum yeri veya zamanı olan mevlid edebî terim olarak Hz. Peygamber’in vilâdetini anlatan manzum eserlere denir.
Türk edebiyatında ayrı bir yeri ve önemi bulunan bu metinler, Risâlet-penâh Efendimizin halkın gönlündeki muhabbetine nisbetle, başka hiç bir edebi türde görülmeyecek zenginliktedir. Süleyman Çelebi’nin 1409’da nazmettiği Vesîletü’n-necât adlı mesnevi de üslubu ve samimiyetiyle bu muhabbeti ziyadeleştirmiştir.[3]
Rivayete göre; Bursa Ulu Cami’nde İranlı bir vâiz vaaz ederken Bakara Suresi’nin “… O’nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz” mealindeki 285. ayetini hatalı tefsir ederek Hz. Peygamber ile Hz. İsa arasında fazilet açısından hiçbir fark olmadığını söyleyivermiştir. Cemaat içerisinde bulunan bir Arap vâiz de aynı surenin “İşte o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık…” mealindeki 253. ayetini delil göstererek Hz. Peygamber’in Hz. İsa’dan üstünlüğünü ifade etmeye çalışmıştır. Yaşanan bu hadise karşısında Bursa Ulu Cami imamı olan Süleyman Çelebi son derece müteessir olmuş ve Efendimizin diğer peygamberlerden üstünlüğünü ifade etmek üzere Mevlid-i Şerif’i kaleme almıştır.[4]
Edebi bir tür olarak Türkçe’de yazılan mevlidlerin sayısı 200 civarındadır. Bu metinler umumiyetle Süleyman Çelebi’nin eserine benzerliği veya farklılığıyla değerlendirilmiştir.
Genellikle tevhid, münâcât ve na‘t ile başlayan eserlerde kâinatın yaradılış sebebi olan Nûr-ı Muhammedî’den bahsedilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğumu, mi‘racı, diğer mûcizeleri ve vefatı anlatılır. Ardından şair, önce Efendimize ve ashabına, sonra da eserini okuyana ve dinleyene dua ederek metnini bitirir. Yukarıda bahsedilen konuların herbirinin sonunda Hz. Peygamber’e salât ü selam getiren beyitler bulunur. Vesîletü’n-Necât’taki;
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Aşk ile derd ile eydin es-salât[5]
şeklindedir.
“Eğer ateşten kurtulmak isterseniz aşk ile derd ile salavat getirin”
Salât ü selâm Ol sadeften doğan Ol dürdâne’nin üzerine olsun…
Yrd. Doç. Dr. Reyhan Çorak
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı
Kaynakça
[1] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara 1989, s. 141, 142.
[2] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, (Haz: Cemal Kurnaz), M.E.B. Yay., İstanbul 1996, s. 199
[3] Hasan Aksoy, “Mevlid (Türk Edebiyatı)” mad. DİA, İstanbul 2004, C. 29, s. 482, 483.
[4] Soner Akdağ, “Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Üzerine”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2008, S.36, s. 88.
[5] Hasan Aksoy, a.g.mad., s. 483.