1960 sonrası ülkemizin siyasi tarihiyle ilgili okumalar yaptığım şu günlerde darbeler çok merkezi bir konumda olduğu görülmekte. Önce tabloyu bir gözler önüne sermek istersek.
1960: DP kapatılması Başbakan ve iki bakanının asılması, 1970: 12 Mart Müdahalesi., 1980: İhtilali, 1998: 28 Şubat postmodern darbesi …
1960-1964 arası Talat Aydemir’in birer sene arayla ihtilal denemesini de saymalıyız çünkü siyaset tamamen bu havada yol bulmaya çalışırken siyasiler askeri grubun bu tavır alışlarını “iyi saatte olsunlar”a ait durum olarak karikatürize ediyorlar ki bu da yaşanan gerginliğin derinliği açığa çıkartıyor. 1964 Talat Aydemir idam edilerek bu kalkışma önleniyor ama parti kapatma askeride gelenek haline geliyor. 1970-2000 ve sonrasında hem kapatılan partiler hem de basın üzerinden estirilen fırtına çok rahat takip edilebilir.
Ülkemiz böyle bir atmosferde yönetilmeye çalışılırken ilginçtir her darbe öncesinde çeperlerde de büyük siyasi değişimler yaşanıyor. Bağdat’ta, 1958’in 14 Temmuz’unda kanlı bir darbe yaşanıyor ve 32 yaşındaki genç kralı ve ailesini parça parça ediliyor. Ve Irak o günden bugüne hala sıkıntılı süreçlerden geçiyor. Türkiye’de iki sene sonra 1960 ihtilalini yaşıyor. 1 Şubat 1979 yılında bir de bakıyoruz İran’da da siyasi aktörler değişiyor. Pehlevi yerini Humeyni’ye bırakıyor. Daha doğrusu Fransa’da 14 yıl sürgün olan Humeyni’ye bu görev veriliyor. Türkiye’de 1980 ihtilalini yaşıyor.
Daha öncede yazmıştım darbeler, ihtilaller bir had bildirme operasyonlarıdır. Dış mihraklar isteklerine direnen siyasilere had bildirirken, yönetime geçen askerler de halka bu paketi açarlar. Nitekim 1980 ihtilalinde Evren’in bugün hala kriz yaşadığımız Kıbrıs’ı kozumuzu bir gecede yok etmesi, Yunanistan’ın NATO’ya girmesini onaylaması bunlardan sadece biridir.
28 Şubat 1997 postmodern darbesine gelince: ismiyle müsemma görünmeyen elin ülkenin en masum dindar kadınına dokunması, toplumsal alanı dizayn ederken “tesettürü” suçlu ilan etmesi ve her yaştan kadının bu yasaktan payını alması şeklinde tanımlayabiliriz yaşananların önemli bir kısmını. Önceleri üniversite okuyan kız öğrenciler ve bunları destekleyenler üzerinden işletilen mekanizma zaman içinde kamusal alanın tesettüre kapatılması gibi absürt ve zulmün tavan yaptığı bir duygu durumuna evrilmiştir. Hastanede başörtülü olduğu için tedavi edilmeyen/lerden, çocuğunu almak için okula giden annenin okul avlusuna girmesinin yasaklanmasına kadar toplumun en masum cüzüne sirayet eden zulmü basın üzerinden tekrar hatırlayabiliriz.
Fetva soruları üzerinden de bu konuyu örneklendirmek istersek bir babaannenin yaşadığı gerginliği hatırlıyorum. Torunu askeri okula yazılmak istiyor. Aile de tesettür yok ama yedi ceddinin de açık olması gerekiyor herhalde ki babaanneden de açık resim istemişler. Kadıncağız bu yaşama kadar başım kapalı, ben devletime bir şey yapmadım bu zülüm de nedir diye soruyordu?. Biz de soruyoruz bunu da mı ABD istedi?. Bir diğer örnek de hiç yoktan ailelerde yaşanan dramı yansıtıyordu. Hocahanım çalışıyordum ama hep kapanmak istiyordum. Eşim de razıydı. Başımı kapatamıyorum diye yirmi sene üzerinden hemen emekli oldum ve ilk gün kapandım. Ama bakıyorum eşim benden uzaklaşıyor, birlikte görünmekten geriliyor. Hep benden uzakta, daha önce veya sonra çıkıyor evden. Önceden buluştuğumuz arkadaşlarımıza yalnız gidiyor veya gitmiyoruz. Bir türlü anlamıyorum bu neden oldu. Oysa çok hevesli takmıştım ve eşim hep destekti bana. Şimdi yanımda görmeyince hem kırılıyor, hem üzülüyorum. Bunun gibi ağlayan kocalardan, başka şehirlere göç eden dindar kadınlara kadar bir dizi olay masa başı alınan kararların kurbanı oldu. Ve toplumsal alanda birey üzerinde bu kadar derin ve çok da kolay kapatılamayacak kırgınlıklara neden oldu.
Sonuç olarak, devrimlerle siyasal alanın olduğu kadar toplumsal alanın da dizaynının yapıldığı mekanizmaları görmekteyiz. 28 Şubat’ın farkı ise dindar kadının devlet baskısı ve cezasıyla karşı kalmasıdır. Önceki yıllarda da din ve dindarlık görüntüsü toplumsal alanda hoş karşılanmamış ve ciddi mesafeler konmuştur. Ama sonraki yıllarda okumuş dindar kadınlar çoğalmış ve toplumsala alanda kurumsal yapıda yer almak istediğinde devlet refleksi hemen önlem ve cezai yaptırımları devreye koymuştur. Bunun sonuçları çok ağır olmuş ki hala yaşamaktayız.
Günümüzde toplumsal alanın ve kamusal yapının dindar görüntüyle barışık hali önemli bir kazanımdır. Ve fakat psikolojik mahalle baskısı devam etmekte bu yapının aktörleri bir biçimde tesettürlü kadını görmemek için azami gayret göstermektedirler ki dindar erkek yöneticiler de buna dahildir. Bu yaklaşımın 30-40 yaşına kadar tesettürüyle ve mücadele ede ede gelen kadınların başörtülerini açmalarında önemli bir amildir. Hatta fazla üzülmeyin ben böyle de dindarım diye sosyal medya hesaplarından paylaşımda bulunanlara da rastlanılmaktadır. Bir diğer sebep de parayla ilişkinin birey hayatına getirdiği değişimlerdir. Paranın görünür alanı besleyen yapısı bedeni üzerinde göstermek isteyen kadın için normalleştirmiştir. Bu durumda mesele özgüven ve dış dünya ile aradaki mesafeyi kabullenememektir diyebiliriz. Yoksa kendini bildi bileli kapalı olan bir kadın, başını açınca nasıl özgür olduğunu hissedebilir. Başörtüsü neden ağırlık yapar? Oysa biz başımızı örtünce özgür olduğumuzu ve bakışlardan korunduğumuzu tecrübe etmişizdir. Tesettür-özgürlük ilişkisinde yaşanan bu alt-üst oluş, dindar kadının modern kodları içselleştirdiğini de açığa çıkarmaktadır. Bir noktaya kadar normal olan bu durum, bizim insan yetiştirme politikalarımızın eksikliğini de gösterir. İnsana değil de sadece gelişmeye odaklanarak yapılan yatırımlar, gelişmeyen insanların elinde heba olmaktadır. Önümüzde yaşanılacak en önemli problemin de bu olduğunu düşünüyorum.